15 Şub 2010

merkezden kaçmak

merkezkaç oluşturan mimarlık...anahtar kelime olabilir mi?
Pür yavaş bir dünyada kaçtığımız merkezler, savrulmalar değil,
iç içe geçmeler, bulaşmalar sürtünmeler olabilir.
Belki yine var ama üzerimizdeki etkileri, dönüşümleri
yok. Birşeylere dokunuyorum, b,irşeyler bana dokunuyor,
ama beni değiştirmiyor, değişmek o kadar benim iradem dışındaki
değişimi idrak için vakit yok.

2 Şub 2010

rüyalar ve uyanık olmak

Cemal Kafadar / Kim var imiş biz burada yoğ iken
Dört Osmanlı: Yeniçeri, Tüccar, Derviş ve Hatun
“Mütereddit Bir Mutasavvıf: Üsküplü Asiye Hatun’un Rüya Defteri 1641-1643” makalesi üzerine bir deneme


İnsanlık tarihi, tümüyle insanoğlunun uyanık hallerindeki eylemleri olarak anlatılır. “Uyanık olmak” ifadesinin günümüzde taşıdığı anlam ile birlikte düşünecek olursak; modern insanın zorunlu vasfı olarak “uyanık olmak” dünyada olup bitenlerden haberdar olmak, bilinçli bir şekilde yaşama devam ediyor olmaktır. Bu modern anlamını da özünde tarih sahnesinde yer almak olarak yorumlayabiliriz.
Oysa bir insanın ömrü düşünüldüğünde, uyanık olmayan halleri ömür içinde uyanık olunan haller kadar yer kaplamaktadır. Ayrıca uykuda olduğumuz zamanlarda, birçok süreç devam etmektedir. Dünya durmaz, kendimizde ve çevremizde olmakta olan durumlar farklı bir fazda da olsa süregiderler. Bu bakış açısını kabul etmek, tarihi yaşayışımızı, ömür diye kendimize ölçü olarak koyduğumuz zaman dilimini yeniden ele almamızı gerekli kılar. Bu farklı bir anlamda tarihimizi ve tarih yazımını da yeniden ele almamızı gerekli kılar.
Cemal Kafadar’ın Üsküplü Asiye Hatun’un rüya defterlerini ele aldığı makalesi bu anlamda süregiden tarihçilik tartışmaları içinde, rüyaları malzeme olarak kabul etmesi açısından önemlidir. Henüz tam olarak farklı sosyal sınıfları, farklı cinsleri bile baskın karakterlerin tarihi içinde yer alamazken, insanın tarih sahnesindeki görünür varlığı dışında, farklı bir fazdaki varlığının ifadesi sayılabilecek rüyaların tarihsel bakış açısı içinde ele alınması önemli bir denemedir.
Yazar, makalesine Peter Brown’dan yaptığı bir alıntı ile başlar. Bu alıntı; tarihçilere bir hatırlatmada bulunur.
“Tarihçi, ele aldığı kişilerin zamanlarının büyük kısmını uyuyarak geçirdiklerini, uyurken de rüya gördüklerini gözden kaçırma tehlikesi altındadır”.
Yazar bu hatırlatma doğrultusunda olsa gerek, arşiv çalışması sırasında, birçok tarihçi tarafından önemsiz kabul edilebilecek bir belgeyi kendine malzeme olarak seçer. 17 yy Osmanlısında yaşamış bir kadın olan Asiye Hatun’un rüyalarının yazılı olduğu belgeler yazarın sorduğu yeni tür sorular ile tarihsel belge niteliği kazanmaktadır.
Bu bakış açısı ile yazar, bazı konulardaki bilgisizliğimizin temel sebebini kaynaksızlıktan önce o konulara yönelik sorularımızın olmayışına bağlar. Yeni tür soruların, yeni tür kaynakların keşfine ve bilinenlerinde yeniden değerlendirilmesine yol açacağına dikkat çeker. Asiye Hatun’un rüya defterlerine tarihsel bir belge niteliği kazandıran da yazarın sorduğu farklı tür sorulardır.
Asiye Hatun’un rüya defteri, kendisi ile farklı şehirde oturan Şeyhine yazılmaktadır. Birer kopyalarını da kendisine saklamıştır. Yazarın incelediği bu belgeleri, rüyaların yazılı olduğu mektupların kopyalarından oluşmaktadır. Mektup aracılığı ile Şeyh’e ulaştırılan rüyalar, Şeyh tarafından yorumlanarak Asiye Hatun’a geri gönderilir. Bu şekilde, Asiye Hatun tasavvuf yolunda kendine yön vermektedir.
Yazarın, Asiye Hatun’un rüya defterine tarihsel nitelik kazandıran farklı tür sorularından biri, özellikle Osmanlı toplum tarihindeki rolleri açısından çok az tanıdığımız kadınların dünyasına yönelik sorduğu sorulardır. Asiye Hatun gibi tarihe yön verme iddiasında olmayan birinin, kendisi ve çevresi ile ilişkilendirilebilecek rüyaları, zamanının koşulları içinde kadınların dünyası ile ilgili ipuçları taşımaktadır.
Yazarın bakış açısına göre; Asiye Hatun’un yazdıkları kendini sorgulayan bir içe bakış, itiraflar ve suçluluk duygusu içermektedir. Bu durumun Asiye Hatun’un çağdaşı erkeklerin yazdıklarından farklı olduğu , temel farklılığın ise bu kırılganlıklar olduğu düşünülmektedir. Yazılan rüyalardaki kırılganlığın sebebinin, Asiye Hatun’un kadın oluşu ile ilgili olup olmayacağını sorgulamaktadır.
Yazar, saptadığı bu farkın, Asiye Hatun’un kadın ya da erkek oluşu ekseninde açıklamanın acelecilik olacağının bilincinde olarak, kadın elinden çıktığını bildiği tek hatıra metninin bu özelliğine özellikle dikkat çekmektedir. Asiye Hatun üzerinden bazı genellemeler yapmak için eksik bilgi olduğunu açıktır. Asiye Hatun’nun yaşadığı dönem içinde ne kadar tipik olduğu, çevresinin onu nasıl gördüğü bilinmemektedir. Burada ki asıl amaç, Asiye Hatun’un rüyaları üzerinden psikolojik analizini yapmak değil, bunun cinsiyetlerin toplumdaki değişik konum, rol ve güçleriyle ilişkili olabileceğini düşündürmektir.
“ Kadınların tarihi, önceleri siyasal yanı ağır basan geçici bir moda olarak görüldüyse de, giderek usta tarihçilerin elinde, bir cinsin tarihini yazmaktan çok tarihi cinsiyetlendirme(“gendering”) programının çerçevesine oturtuldu. Kimi tarihçi düpedüz bu konu üstünde çalışıyor, yani cinsler arası ilişkilerin, iş bölümünün, katmanlaşmanın çeşitli toplumlarda ve zaman dilimlerinde nasıl biçimlendiği ve değiştiği konularını inceliyor.”
Bu bakış açısı çoğunlukla asıl tarihe ek olarak düşünülen ya da tarihe bir cinsiyet atfederek ele alınan kadınlarla ilgili konuları toplumdaki katmanlar arası ilişkiler üzerinden çok boyutlu ele alma gayreti içermektedir. Bu nedenle Asiye Hatun’un yazdıklarındaki tereddüt bireysel bir iç bakış geliştirilmesi ve bunun dışa vurumu açısından önemli gözükse de, rüyalarda geçen kadın şeyhlerle ilgili saptamalar, Asiye Hatun’un Şeyhi ile olan çekinme ve arzulama çelişkisi içindeki ilişkisi, evlilik ile ilgili rüyalarındaki imgeler daha genellenemez ve çok katmanlı saptamalar içerir. Bu anlamda rüyalar birey olarak Asiye Hatun’u iç dünyası ile tarihsel bir kimlik olarak tasvir ederken, çevresinde olup bitenler hakkındaki fikirleri, rüyalarının yorumu üzerinden geliştirdiği düşünceler içinde bulunduğu zaman içinde ortaya çıkan kültürel değişikliklere değinmektedir. Bunların toplamı Asiye Hatun’un kadın oluşundan dolayı farklı bir açılıma sebep olurken, diğer tüm saptmalarla birlikte kadın olması parametrelerden sadece birisidir.
Yazarın rüya defterlerini ele alışındaki bir başka önemli soru rüyaların yorumlanışı ile ilgilidir. Tasavvuf hayatında oynadığı rolden öte, ‘rüya tabiri’, kültürel bir olgu olarak da önemlidir. Bazı kültürlerde, doğru yorumlandığı takdirde rüyaların, objektif olarak varlığından şüphe edilmeyen bir öte dünyadan haberler getirdiği kabul edilir. İslam inancında rüyalar ya Allahtan ya Şeytan’dan gelir. Kötü rüyalar dile gelmez. Benzer inanışları olan çeşitli kültürlerde rüya, vahiy ve keşif kadar önemli olmasa bile, onlar gibi görünürün ötesindeki objektif gerçekliği bilip anlamanın yöntemlerinden biridir. Bir tür bilgi edinme yoldur.
Görünür olanın ötesinde bir dünyanın varlığına inanmanın pozitif değerlere inanan, modern insanın pozitif bakışına yabancılığı açıktır. Daha ilginç olanı, görünmeyen şeyler üzerinden kurulan ilişkilerdir. Bu ilişki türü o dönem insanı ile günümüzün modern insanı arasında yapılabilecek karşılaştırmada önemli ipuçları vermektedir. Aslında hiçbir nesnesi olmayan rüyalar aracılığı ile farklı şehirdeki bir başka insan ile iletişim kurulmaktadır. Rüyaların görünür nesnelerinin olmayışı modern insanın nesne üzerinden geliştirdiği standartlarla ele alınamaz. Böyle bir durumda, günümüz insanı gördüğü rüyayı bir başkasına kendi gördüğü biçimde gösteremediği için huzursuz olacaktır. Kendi gördüğü rüyayı tam olarak nesneleştiremediği için karşı tarafın da aynı şekilde gördüğü yanılsamasını yaratamayacaktır. Bu anlamda, Asiye Hatun’un ise Şeyh’i ile kurduğu bu ilişki türü modern insan için önemli bir sorudur.
“ Rüya uçucu bir kuşun ayağı üzerindedir, tabir olunmadıkça onun için istikrar ve karar yoktur. Artık rüyanın mantığı yorumlandığı haliyle işlerlik kazanır ve düşü nesnel bir dünyada yatsa bile bu, öznenin rolünü yadsımaz.; bilakis, bütün idealist düşünce sistemlerinde olduğu gibi, ancak bir özne tarafından algılandığında ve anlamlandırıldığında gerçeklik kazanır. Aynı rüya değişik kişilerce görüldüğünde değişik anlamlar kazanır.”
Asiye Hatun rüyalarını aynı kendi gördüğü biçimiyle Şeyh’ine aktarma kaygısı içinde değildir. Hatta bunlar muhtemelen elden geçmiş rüya anlatımlarıdır. Kendi rüyalarını Şeyh’ine yazarken dönüştürür, Şeyh’inin yorumlayarak dönüştürmesine izin verir ve bu yorumlar üzerinden kendi hayatını sorgulayarak tekrar dönüştürür. Bu değişim dönüşüm zinciri, kendine içsel ve birbaşkasının gözü ile bakış olarak yorumlanabilir.
Nesne odaklı özellikle Batı tipi modern düşünce ise rüyaları, rüyayı gören kişinin kontrol edilemeyen “ruh dünyası” tanımı içinde sınırlamıştır. İnsanın sistematize edilemeyen, nesne üzerinden ifade edilemeyen tüm durumları ruhsal olarak ifade edilerek bedenden tanım olarak ayrılmıştır.
Bu ikilik içinde rüyaların yeri ruhsal olana aittir ve içerikleri de uzmanlık alanı olarak psikologların alanında tutulmaktadır. Rüyaların içerikleri de gören kişinin kendi dünyası ile sınırlı düşünülür.
Günümüzde çokça eleştiri konusu olan, Freud’un rüya yorumları bu anlamda bir örnek oluşturur. Freud ruhsal tüm durumları nesnel hayatın nedenselliklerine bağladığı gibi, rüyaların içeriklerini de nesneler ve nedensellikler üzerinden yorumlar. Oysa yazarın da sıkça dile getirdiği gibi, rüyaların içerikleri tarih içinde oluşan kültürel yapılar çerçevesinde biçimlenir. Sadece gören kişinin kendi dünyası ile sınırlı değildir. Görenin kimliğine, görülenin bağlamına ve yorumlanışına göre parametreleri arttırdığımızda, tarihçilerin ilgilendiği birçok sosyal ve kültürel meseleye ışık tutabilir.
“ Her toplumda rüyaların yorumlanması/çözümlenmesi belirli metafizik ve epistemolojik inanışlara göre biçimlenir.”
İlginç ayrıntılardan birisi de Rüya sözcüğünün Arapça “görmek” kelimesindenten türemesidir. Rüyaların anlamı ve ele alınışı ile ilgili yaptığımız tüm açılımlar aslında “görme” biçimlerimiz üzerinden, görmekten ne anladığımız, neyi görünür kabul ettiğimizin açılımıdır. Bu kabuller yaşadığımız zamanın kültürel yapısının temelini oluşturur.
Uyku ile uyanıklığın sınırları bile farklı toplumlarda farklı çiziliyor olabilir. Örneğin Asiye Hatun’un birçok rüyası bizim düşündüğümüz klasik anlamda uyku esnasında görülmez. Bazıları akşam namazını kılarken kalp gözü ile gördüğünü ifade etttiği biçimde görünür. Yazarın ifadesi ile o dönem için bu normal karşılanan bir durumdur. Bu anlamda, rüyaların bir toplumda nasıl ele alındığı, o toplumdaki kültürel yapılara referans verirken, aynı zamanda o toplumdaki beden,ruh,zihin tanımı üzerinde hatta tıp gelenekleri üzerine de ipuçları verebilir. Böyle ele alındığında rüyalar tarihsel malzeme olabilmenin de sınırlarını aşabilir.
Biz uykuda iken de hayatın akıp gittigini kabul etmek ilk başta metafizik bir bakış gibi gözükse de, aslında hayatı fizik, metafizik olarak ikiye ya da farklı pekçok kategoriye ayırmadan ele alan bir bakış geliştirmek olarak düşünülmelidir. Deneyimsel tüm süreçler bütün olarak ele alındığında, uyanık olma durumumuz ile uykuda olma durumumuzu ele alışımızda bir derece farkı oluşmaz. Biri diğerinden daha önemli ya da önemsiz olmaz. Bu ele alışı genişletirsek, kadın olmamız ya da erkek olmamız aynı derecede önemli ve değerli bir durum haline gelir, ya da dünyanın burasında olmak ile orada olmak aynı derecede merak konusu olur.
Yaşanan farklı deneyimleri nesneler üzerinden değil, hayatın sürekliliğinde kendimizde ve dış dünyamızda olan tüm süreçlerle birlikte ele almak; hangi konu hangi uzmanlık alanına girer? tartışmasını gereksiz kılar. Bu bakış açısıyla, farklı deneyimleri farklı uzmanlık alanlarına sınırlandıramayız. Rüyalar tarihsel bir malzeme olabildiği gibi, edebiyatın, tıbbın, sosyolojinin...vb gibi birçok alanın da konusu olabilirler.