renklerin kardeşliği ve ayollar...
bir de muscle
Tüketmek Zorunda Olduğum Enerji Fazlalığı İşlemek İstediğim Günahlar Kısaca deryada deryalıklar!
30 Haz 2013
27 Haz 2013
İstanbul’un Kent Müzesi Gezi Parkı Direnişi’dir
24/06/2013/ skopbülten / Yuvacan Atmaca
Hafızanın mekânsallaşmasında ve ortak deneyimlerin aktarılmasında kent müzeleri ayrı bir yer tutmaktadır. Bir kentin tarihi boyunca edindiği tüm deneyimleri ve imgeleri aynı mekân içinde temsil edebilmek elbette imkânsızdır. Özellikle Türkiye gibi, kentsel her tür verinin iktidarlara oyuncak edildiği, farklı anlamlarla kodlandığı ve oluşturulan farklı değer mekanizmalarıyla kamuya aktarıldığı ülkelerde bu iş neredeyse imkânsız gözükmektedir.
Bu imkânsızlığın yanında, kamusal olanın deneyiminin hiçbir şekilde kentsel ölçekte görünür hale gelemediği bir kültürde kent müzeleri önemli bir noktada duruyor. Kent müzeleri de kentlilerin kentle kurdukları ilişkinin tarihselleştirilmesinde ve bir hemşeri öznelliğinin oluşmasında önem taşıyor. Bu önem genellikle “şanlı tarih” retorikleriyle kabartılan bir gurur ve dramatize edilen bir yerel mimariyle oluşturulmaya ve öğretilmeye çalışılan bir aidiyet duygusu ve kimlik olarak ele alınır. Ama aslında kent müzeleri, kentlilerin kişisel deneyimleri ve elde edilen kişisel imgeler ile kamusal deneyim ve imgelerin gerilimli karşılaşma mekânlarıdır.
Yıllardır oluşturulması beklenen İstanbul Kent Müzesi de bu durumu ortaya koymaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi aracılığıyla düzenlenen Kent Müzesi Çalıştayı’nın, müzenin oluşturulmasında görev alacak kişilerin çoktan belirlenmiş olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıyla göstermelik olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca, bu Çalıştay, İstanbul hakkında şimdiye kadar yapılmış olan birçok sergi ve çalışmaya ait birikimin de hiçbir şekilde değerlendirilmeyeceği gerçeğini ortaya çıkarmıştı. Şimdi bunlara ek olarak, Gezi Parkı direnişi dolayısıyla yapılan açıklamalarda, Çalıştay’da kent dışında oluşturulacağı açıklanan Müze’nin Gezi Parkı’nda yeniden inşa edilmek istenen Topçu Kışlası’na taşınabileceğinden bahsediliyor. Böylece besbelli, Kışla yapısının, protesto edilen alışveriş mekânlarına alternatif olarak daha sevimli ve makul gözüken İstanbul Kent Müzesi projesiyle pazarlanması hesap ediliyor.
Oysa, tam da bu açıklamaların yapılmasıyla eşzamanlı olarak, Gezi Parkı’nda, hiçbir kurum tarafından, hiçbir temsiliyet aracılığıyla mekânsallaştırılamayacak biçimde, bizzat kentliler tarafından zaten bir müze oluşturulmaktaydı. Hem de ne eğitici bir misyon üstlenerek, ne de piyasayla ilişkilenerek…
Bu oluşum, bilindik anlamda kentin farklı zamanlarının nesnelliklerinin toplanması, biraraya getirilmesi ve sergilenmesinden değil, kentlinin kendi iç potansiyel enerjisiyle keşfederek deneyimlediği, hiçbir zamana ve duruma referans vermeyen, fotoğraf ve benzeri kayıt türleriyle nesneleştirilemeyecek ve böylece arşivlenemeyecek, dolayısıyla hiçbir piyasada değer arz etmeyecek bir oluşumdu. Sadece bu deneyimi yaşayan insanların kişisel belleğinde kayıtlanacak ve birebir onlar tarafından kişisel ilişkiler aracılığıyla aktarılabilecek bu deneyim, nesneleştirilmiş değerlerin ötesinde kentli için yeni bir imge ve değer sistemi yaratmıştır.
Birbirine benzemeyen, hatta zıt birçok şeyin biraraya geldiği Taksim Gezi Parkı, yarattığı imgelerle, hikâyelerle kent belleğine dahil olmuştur. Böylece, kamusal olanın bir kural koyucu olmadan nasıl düzenlenebileceği ve tecrübe edilbileceği konusunda bir kent müzesinin canlandıramayacağı muhteşem bir sahne kurmuştur.
25 Haz 2013
Taşev dedi:
I want to share this thought. I miss talking with you.
I do not need therapy from you, of course!
21 Haz 2013
Tam iyi bir şeyler oluyor derken hep kötüler de geliyor ardı sıra.
Sevinemeden tam biraz da üzülüyoruz.
Ne öğreniyoruz en çok?
Önce haddini bilmek belki, nerde durduğunu iyice bilmek ve sindirmek...
Sevinemeden tam biraz da üzülüyoruz.
Ne öğreniyoruz en çok?
Önce haddini bilmek belki, nerde durduğunu iyice bilmek ve sindirmek...
18 Haz 2013
Bütün bu günlerin özetini yapabilseydim, hemen analiz edip arşivleyebilseydim keşke...
Ama bu direnişte şunu anladım asıl gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışıp vakit kaybetmektense içinde olmak daha keyifli ve o kadar korkutucu. Evet tam bir çelişki işte herşey gibi çok keyifli ve çok korkunç aynı anda. Anladıklarım ve hiç anlamadıklarım ve asla anlayamayacaklarım hep beraber karnımdalar. Korkuların karanlığında en şehvetli merakımı buldum. Ne karanlıktan çıkabildim ne de o şehvetli merakta kaybolabildim. Öylece durdum. Durmak da çok güzelmiş ya... Pasiflik de hoyrattır demiştim bir ara yine burada. Acıtır evet zaten bildim. Ama böylece canımın acısını sevebileceğimi bilmezdim. Daha neler neler bilmediğimiz kim bilir... Kim bilir neler gördük içimizde. Burada bu zamanda olmak ilk defa bir varlığa büründü. Mahkummuşuz gibi değil, öylesine değilmiş gibi, böylesine değilmiş gibi, bir şey var gibi, bir sebep, bir an var gibi yaşanacak, görülesi şeyler var sanki, yapılası şeyler var... Evet evet gerçekten ilk defa...kafamda kurduğum kendi hikayelerim dışında bir hikaye var gibi içinde olduğumuz..
15 Haz 2013
12 Haz 2013
9 Haz 2013
Ve nihayet hangi azınlığa ait olduğumu anladım bu yaşımda. Romantikmişim meğer.. A politiksin dediler, B politiksin dediler, hayat senin bildiğin gibi değil dediler, çok düşünüyosun dediler, illaki bir ideolojin olmalı, bir taraf olmak zorundasın dediler...Romantikmişim meğer...Bundan siyasi bir duruş olur mu bilmem ama umut olur, değişim için bir tohum olur eminim! Kötülüğü de görüyorum, görmezden gelemiyorum ama olsun. Az olmak hiç olmaktan iyidir yine de!
Bir de soruyorlar çevre mi ekonomi mi? Anneni mi Babanı mı seviyorsun daha çok. İnsan anne sevgisinden baba sevgisine geçemez ise arıza olurmuş, ama babayı sevmeye başladı diye, anneyi unutması gerekmemeli sanki....Yine romantikçe olacak biliyorum ama ben annemi de babamı da çok seviyorum sanki.. Neden tercih etmek, kıyaslamak zorunda kalayım ki????
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)