9 Eyl 2009

Kim_lik


Kim_lik

Yuvacan Atmaca
Mimarlıkta eleştirel düşünce/ Ders Notları Kişisel Metin

Kimlik: Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü. Kim olduğunu kanıtlayan belge, hüviyet. Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü.
Toplum içinde kimlik kavramının tanımını en iyi özetleyen durumlardan birisi nüfus cüzdanlarımızdır. İlk önce iki renge ayrılırız. Mavi renkliler ve pembe renkliler. Bu renk, toplum içindeki cinsiyetimizdir.. Doğduğumuz yer, bir yerliliktir. Trabzonluluk, Egelilik, doğululuk vardır mesela. Doğduğumuz tarih, ait olduğumuz dönemi anlatır. 67 kuşağı, 70’li yıllar çocukları gibi. Ardından bekarlar, evliler, dullar; Müslümanlar, Yahudiler,Hıristiyanlar..vs. Adımız, soyadımız, doğum tarihimiz, doğduğumuz yer, medeni halimiz, dinimiz, sıra no, cilt no ve vesikalık fotoğrafımız, kim olduğumuz hakkındaki şartlar olarak kabul edilir. Bu nicel tanımlamalar ile toplum denilen kalabalık içinde bir yer ediniriz ve böylece belirleniriz. Bizim bir yerde bir isimde bir kişi olmamızı sağlarlar. Bu nicel tanımlamalar mutlaka belgelenir ve ciltlenir.
Peki, bir kişinin toplum içinde kim olduğu hangi koşulların bilinmesiyle belirlenir? Nüfus cüzdanımızda belirtilen koşullar içinde Trabzon’da doğmuş ama memur çocuğu olduğu için kendini hiçbir yere ait hissedememek_LİK yoktur, yada evlilik dışı ilişkili_LİK, mavi kağıtlı olup pembe tonlu kıyafetleri tercih etmek_LİK yoktur. Çünkü tüm bu _lik durumları da koşul olarak kabul ettiğimizde kontrolü zor bir çeşitlilikle karşı karşıya kalırız. Bu noktada kim olduğumuz ile kim_lik imiz birbirinden ayrılır. Vesikalık fotoğraf tanımındaki mimiksizlik de kim olduğumuzun kimlik olarak nasıl soyutlandığının belgelerinden biridir. Mimik bizim hakkımızda iki göz , burun, saç rengi ve türü gibi bilgiler dışında başka tür bir veri sunar. Genellenemez dolayısıyla soyutlanamaz bir bilgi. Fakat bu veri ısrarla soyutlanmak istenir, belgelenmek istenir.Nedir hüviyet tanımının bu denli niceliksel olma zorunluluğu? Toplum denilen bu kalabalıkta bizi yalnızca niceliksel özelliklerimizle görmek neyi kolaylaştırmakta? Kim olduğumuz yada daha geniş kapsamda herhangi bir durumun ne olduğu ile ilgili neden belgelere, etiketlere ihtiyacımız var?
Kimlik tanımının nicel özelliklerle ve homojen olarak tanımlanması zorunluluğunun,bir denetim ve kontrol amacı güttüğünü söylemek yanlış olmaz sanırım. İktidar sahiplerinin sorunudur tüm bu soyutlama ve belirleme isteği. Kimlik tanımlarını oluşturanlara baktığımızda farklı türde kurumsallaşmalarla karşılaşırız. Devletler,dinler,okullar…vs. İktidar sahibi, iktidar alanlarını belirlerken ilk olarak bu alanı tanımlayarak işe başlar. İktidar sahibi asla iktidar alanına girmez, bu alanın dışındadır, işaret edendir, uzaktan saptama yapandır. İçine girmediği durumun niteliksel özelliklerini asla görmez. Toplum içindeki bireyler de aynı tür nicel sınıflandırmalara tabi tutulurlar. Yapılar, bireyler, kentler vs. kurumlar ve kuruluşlar tarafından yalnızca nicel varlıkları ile tanınırlar. Tanımsız, olumsal ve niteliksel bir durum olan bireysellik, soyut kodlamalarla, kağıt üzerinde tanımlayabileceğimiz bir durum olarak ele alınır.
İktidar nesnesi olarak, sadece bireyler kimlik etiketi yapıştırılmasına tabi tutulmaz. Nicel özellikleri tanımı ile türdeşleştirmeye çalıştığımız her tür nesnel yapı da iktidar alanı içindedir. Mimarlık nesneleri de iktidarın ifadesini bulmasına aracı olan çerçeve düzenlemelerinden nasibini alır. Örneğin, iktidar sahibi olduğunu düşünen kurumlardan biri olan mimar odaları da kimlik tespiti yapamadığı yapılar hakkında kaygı duyarlar ve huzursuz olurlar. Sınıflanamayan yapılar bunalımlı olarak tariflenir ve bu bunalımlı hallerinin de tanımlanması için kaydedilmesi gerektiği düşünülür. Çünkü çevre, bir şekilde tanımlanmış nesnelerden kurgulanan bir düzendir. Bu düzen içinde tanımsızlar ya yok edilir yada bir kimlik giysisi ile örtülürler. Kafaların karışmasına izin verilmez temiz, hijyen çevreler oluşturulur.Bu bakış açısında, yapılar zamansal bir süreç içinde yaşarlılıklar olarak değil tarihsel süreçte sonlanmış, donmuş ve zamandan arındırılmış nesneler olarak ele alınırlar. Bir döneme yada bir tarza bir ideolojiye aittirler. Örneğin, modern_İZM, kelimesi tarihsel süreç içindeki bir dönemin soyutlanarak etiketlenmesinden başka nedir ki!
Bir bağlantılar bütünü olan yapılar verili kodların ürünleri değildir aslında , tarihsel olarak inşa edilirler. Sürekli inşa edilen,başka hallerde de olabilecek ve hala olmakta olan olumsal durumlardır. Bu noktada kimlik tanımları tarihsel bir saflık ve homojenlik içermez, değişik kaynaklardan beslenir, farklı hallere bürünürler. Tıpkı birey olarak öznel hallerimizin tarih içerisinde tekrar tekrar yeniden inşa edilmesi gibi. Ancak, her yapı, iktidar sahipleri tarafından, nüfus cüzdanımızdaki kimlik atfedilmiş ama kişilikleri olmayan mimiksiz fotoğraflar gibi görünür. Her farklı mimik, o ana ait en küçük bir işaret, kurulu mekanizmalar için yeni sorular, yeni cevaplar demektir. Biz her zaman bitmişlikler üzerine konuşmayı ve mutlu sonları isteriz. Bitmiş olanlarla oynar yeni kurgular oluşturur, tarih yazar, genellemeler yapar, sonuçlara varırız. Olmakta olanın, sadece olagelenin bunalımlı bulanıklı hali tedirginlik yaratır. İnşa eden, kontrol eden, denetleyen olmak hep daha net ve sorunsuzdur. İktidar olmak da bu nedenle her zaman daha cazip olsa gerek!

Soyutlanmamış mimarlık, soyutlanmamış felsefe ve düşündürdükleri


·Felsefe ve Mimarlık hayatı kavrayışımızda, yolumuzun üzerinde bulduğumuz iki önemli alan. Kavrayışımız felsefe yoluyla gerçekleşmekte ise biraz kaygılı ve saygılıdır duruşumuz. Kavramlar oluştururuz ve kavramların edinilişi bir tattır. “ Felsefece tat, yaratmanın yerini tutmaz, onu ılımlı da kılmaz; tam tersine, kavramları biçimlendiren bir tada çağrı çıkaran, asıl onların yaratılışlarıdır. Belirlenmiş kavramların özgürce yaratılışı, belirlenmemiş kavramdan duyulan tada muhtaçtır. Tat bu erktir, kavramın erkinde varlık’tır.”( G.Deleuze, Felsefe nedir?/1993,/ Syf72) Sonra kavramlarla oynar anlamlar üretilir. Mimarlık ise kavrayışı nesne aracılığı ile yapar. Yine bir tat söz konusudur ve yine kavramlar belirir ama sorunsal çerçeveler oluşturma, tartışma, sebeplendirme, düşünmek eylemi ile olmaz yalnızca. İnşa etmek, yerleştirmek,tasarlamak girer işin içine. Dolayısıyla felsefenin aracı düşünmek, sorusormak iken mimarlıkta inşa etmek öne çıkar. Mimarlığın uzayda konumlandırabileceğimiz bir nesnesi vardır Eğer bu iki disiplini iki kategori olarak ele alırsak!
Fakat diye başlar isek yeniden düşünmeye ve, uzayda koordinatlarını belirtmeden sorular sorar isek, bir durum, bir an ya da daha dünyevi anlamda beliren bir sorunu o an inşa etmiş olmaz mıyız? Ya da bir yapı tasarlarken ve yapının bizimle olan birlikteliği hayata ait bir soru, bir düşünme eylemi değil midir? Grosz makalesinde bu iki alanı ayrı kategoriler olarak düşünmenin kendi içlerinde sınırlılıklar ve kör noktalar oluşturduğundan bahseder.(E. Grosz/ Architecture from the Outside/2002/ Syf:109)
Bu iki alan iki ayrı kategori değil, kavrayış eylemimizin farklı halleridir. İki farklı hal olarak mimarlık ve felsefenin birbirlerine olan sızıntısının ara kesitini süre, virtüel,yenilik ve oluş kavramları oluşturur. Bu kavramları ele aldığımızda felsefe ve mimarlık kategorizasyonu gibi,kemikleşmiş iki kategorizasyonla daha karşılaşırız; Mekan ve zaman!
Mekan ve zaman soyut hale geldiğinde iki ayrı kategori olarak düşünülmeye başlandı diyebiliriz. Öklit geometrisi ile ilk olarak mekan soyutlanmıştır. Koordinatları ve boyutları ile uzayda bir hacime ve konuma sahip olmuştur. Zamanın soyutlanması ise Einstein’ın 1905 tarihli özel relativizm teorisi ile ilk olarak matematiksel olarak çözümlenir. Zamanın soyutlanma gereksinimi, doğal zamanımız yerine, hızlandırılmış zamanlar geçtiğinde ve zaman bir değer haline geldiğinde olmuştur.Zaman kavrayışımız edindiğimiz mekanik araçlarla ve yeni deneyimlerimizle daha soyut hale gelmiştir. Günlük hayatımızda kullandığımız tüm zaman içerikli terimler, soyut zamana aittir.
Grosz mekanı mimarlık düşüncesinin belirmesi, yansıması olarak tanımlar fakat buna ek olarak felsefe ile olan ayrımın reddine benzer bir itirazda bulunur ve mekanın zamanı gerekli kıldığından ve zamanın bir hali olduğundan söz eder.Derida’nın Differance ve Bergson’un süre kavramlarını araç olarak kullanır.
Zamanı kavrayışımız mekan ile bir süre içinde birbiri içinde akma olarak gerçekleşmediğinde , zaman soyutlanır ve mekansallaşır. Katı bir süreklilik olarak karşımıza cıkan mekan ve zaman aslında dinamik bir tekrar tekrar bölünme ve cokluktur. Zamanın ve mekanın soyut bir katılık olarak algılanması, bu bölünme ve üreme durumunun durdurulması anlamına gelir.
Grosz mekanı zaman aracılığı ile tanımlarken, iki tür zamandan bahseder. Süre kavramının temelini oluşturan ve mekanın bir hali olarak zaman, ikinci olarak ise soyutlanmış,mekansallaşmış zaman. Mekansallaşmış zaman tarihin konusunu oluştur daha çok. Mimarlık da çoğunlukla soyut kavramlar üzerine inşa faaliyeti olarak düşünüldüğü için, tarih ve tarihsellik ile, zamanın diğer tanımından daha çok ilgilenir.
Grosz’un üzerinde durduğu ve kavramlarını ilişkilendirdiği zaman kavramı ise zamanın mekansal tarifi dışındaki zaman öncesi zaman ve zaman sonrası zamandır.
“...not yet configured, enumerated, mastered, or occupied. This time before time, the time of the interval, the time of nontime, enables space to emerge as such and is that to which space is ineluctably driven, the “fate” of space.” .(E. Grosz/ Architecture from the Outside/2002/ Syf:111)
Zaman, süre dışında algılanmaya başlandığında kodlamalar ve maddesel olarak belirmeler başlar, aynı biçimde mekanın süre dışında belirmeside kodlamalar ve maddeselliklerle gerçekleşir. Mekanın maddeselleşmesi ve maddeler aracılığı ile algısı mimarlık alanı için yadırganmaz bir durumdur. Mekanın madde durumunun sorgusu zamanın soutlanması ile sorgulanmaya başlandı diyebiliriz sanırım. Grosz ele aldığı kavramları tüm bu soyutlamalar dışında oluşturmaya çalışır.
“Space as the contraction of time, and time as the expansion or dilation of space.”(E.Grosz/Architecture From Outside/ syf:114)
Bir tereddüt aralığı olarak süre soyutlanmamış, koşullanmamış zamanı içerir. Bergson’un genleşme ve büzüşme hareketinin birlikteliği ve içiçeliği olarak tanımladığı bu aralık, süre, Bergson’un tanımında geçmiş ve şimdinin aynı anda olma halidir. Bunu açıklarken şimdinin algısı ve bellekte birikenlerin birlikteliğinden yola çıkar Bergson. Grosz ise buaralıkta yeninin belirme hali ve geleceğin nasıl oluştuğu üzerine yeni açılımlar yapmaya çalışır. Yeni ve geleceğin düşünülmesi mimarlık ve felsefe alanları arasında yeni sızmalara neden olabilir der. İki alanda da oluşturmaya çalıştığı mantık düzenleyici değil, tanımlayıcıdır. Fakat yine de mimarlık ve felsefe iki ayrı kategori içerisinde düşünülür ve ilişkilendirilmeye çalışılır. Oysa ki bahsedilen kavramlar, birliktelikler zaten her iki alanda da mevcuttur, sadece farklı soyutlamalar ve açılımlar söz konusudur. Nedir bu farklı açılımlara sebep olan ve aslında bir birliktelik olan bir çok durumu, kategoriler olarak düşünmemize zorlayan ? Burda en önemli sorun budur!
Koşullanmamış ve soyutlanmamış,bilgiye dönüştürülmemiş zaman ve mekanı bulmak için Bergson süre de büzüşmenin öncesine ulaşmayı araştırır. Bilmenin öncesine dönüşün yöntemi olarak ise sezgiyi ve deneyimi önerir. Bergson’un genleşme ve büzüşme olarak tanımladığı durumda deneyim, genleşme halindeki maddeselleşmedir Buna karşılık Grosz’un önerisi ise mekanı süre yönünde zayıflatmak ve inceltmektir ve deneyimin aslında gerekli olmadığını söyler. Deneyimin entellektüel farkındalık olarak yaşanabileceğinden bahseder.Bergson’un fiziksel deneyim düşüncesinin, kendi içinde bulunduğu zamanla ilişkili bir düşünce tarzı olduğunun altını çizer. Fakat Bergson’un deneyim düşüncesindeki analog yanı fazla irdelemez ve ortaya çıkarmaz!
“...Madde ve bellek arasında saf algı ve saf anı arasında, şimdi ve geçmiş arasında bir doğa farkı olmalıdır. Geçmişin kendinde yaşamını sürdürdüğünü düşünmekte böyle güçlük çekiyorsak, bunun nedeni geçmişin artık var olmadığına, varolmayı bıraktığına inanmamızdır. Böylece, Varlıkı şimdiki-varlıkla karıştırırız. Oysa şimdi yoktur; o, daha çok hep kendi dışında olan saf haldeki oluştur. Şimdi yoktur ama eylemde bulunur. Onun temel öğesi, varlık değil eylemde bulunan ya da yaralı olandır. Bunun tersine, geçmişin eylemde bulunmayı ya da yararlı olmayı bıraktığı söylenmelidir. Ama geçmiş varolmayı bırakmamıştır. Geçmiş kendinde varlıkla örtüşür. Geçmişin “varolmuş olduğunu” söylemeyeceğiz, çünkü o, varlığın kendinde halidir.(varlığın kendini tükettiği ve kendi dışına yerleştiği biçim olan şimdinin karşısında)varlığın kendinde saklı durmasının biçimidir.”(Bergsonizm syf 86)
Öngördüğümüz tüm kategoriler arasında varolduğunu düşündüğümüz doğa farkları, kategorilerin birbirleri ile olan etkileşimini sınırlandırır. Mimarlık ve felsefe kategorileştirme üzerine iki örnek olabilir. Sanat, bilim aynı şekilde farklı iki kategorileştirmedir. Mimarlık sanat mı?, bilim mi?, felsefe ne kadar rasyonel? gibi sorular durumları doğa olarak farklılaştırmamızın sonucu oluşan kafa karışıklıklarıdır. Tüm bu kavrama ve hayatı edinme biçimlerimiz, birbirlerinden doğa olarak değil derece olarak farklıdırlar. Bu derece daha az yada daha çok olarak değil, fazlar olarak belirir. Böyle düşündüğümüzde şimdi, geçmiş, gelecek aynı anda ve burda belirir. Bu, zaman ve mekan kategorilerininde birbiri içine geçtiği andır. Tüm fazların birlikteliği ve dinamikliği, yeninin her an belirme ihtimalinin garantisidir aslında. Durumları kategoriler olarak ayırmak fazlar arasındaki dinamik ilişkilerin sabitlenmesi ve koşullanması anlamına geleceğinden, yeni ve anlık olan beliremez.

Yuvacan Atmaca
Mimarlıkta Eleştirel Düşünce
2007 Güz 

1 Eyl 2009

şişli'de bir apartıman...


Şişlidir şimdilik meskenim. Yeni bir apartman, melek gibi ama travestili. Buraya mahremiyetime ait şeyler girmeli mi diye düşünürken yazıyorum bile. Bir macbook aldım ve tasarımcılar grafikerler sosyetesine bir adım daha yaklaştım ama klavyede delete tuşu olmamasından sıkıntılıyım.
Yeni bir iş istiorum sosyal içerikli, ne patron olmak ne işçi olmak değil derdim. Derdim nedir pek bilinmez. Rafa kaldırdığım tezimi ise doktora mülakatından bir saat önce raftan alıp yanımda götürmek istiyorum. Hala neden doktora? dediklerin de ise söyleyecek bir sebebim yok. bir sebebim yok. felsefe yapmak hiç istemiyorum!