24 Mar 2021

Bildiğimiz iki şey var; birincisi beynin/zihnin evrim geçirmiş olduğu, ikincisi de bilincin(beyinden ayrı olarak) beyin “bağlantılarındaki” elektrokimyasal etkinliğin yarattığı bir kavram veya duygulanım olduğudur.


Evrimden söz ediyorsak eğer,-temel olarak-insan bedeninden, kemiklerin, kanın, dokuların, beyni oluşturan maddenin fiziksel ve maddi yapısından söz ediyoruz demektir. Buna karşın zihin bir yansıtma, bir soyutlamadır; beyin gibi bir masanın üstüne konup parçalarına ayrılamaz. Zihin, öyle görünüyor ki, bir felsefe masasına yatırılıp tanımlanmaya ve betimlenmeye de uygun değildir.Aslında kadim zihin/beden sorunu kuşaklar boyunca onca felsefecinin dehasına karşın çözümsüz kalmaya devam etmektedir.


Bu çelişki ile uğraşan René Descartes'ın(1596-1650) yeni bir felsefe ve bilim sistemi tasarlama arzusunun akılcı,aydınlık düşünceden ziyade bir dizi düşten doğduğunu söylediğini belirtmek gerek. Bu çelişki, onun düşüncesindeki ikilikten kaynaklanır. Bir yandan kökleri katı matematik ve maddi dünyada olan felsefe ve bilim kuramları geliştirdi. Öte yandan sistemi tanrısal, iyilik-sever bir yaratıcının olduğunu varsayıyordu.


Bu çelişkiden, temelden farklı iki tözün, maddi töz(taşlar, ağaçlar, hayvanlar ve insan bedeni) ile "düşünce tözünün" (insan zihni,düşünceler,arzular) olduğunu öneren ünlü "Kartezyen İkiliği" gelişti.

(James David Lewis-Williams,Mağaradaki Zihin,s.101-102)

Hiç yorum yok: