Mimaride Biçimlenme Sorunsalı
URL: http://tasarimkuram.msgsu.edu.tr/index.php/tasarimkuram/article/view/391/301
Öz
Mimari tasarım
düşüncesi içinde yapısal ve kavramsal olarak önemli bir yere sahip olan Duvar,
farklı zaman ve mekanlardaki biçim- lenmeleri üzerinden ele alınarak Sinop sur
duvarlarının biçimlenme öyküsü içinde örneklenmiştir.
Biçimlenme içindeki dönüşüm;
birbirini takip eden mekân ve zamanların liner ilişkileri içinde
gerçekleşmez. Farklı zaman ve mekânları üst üste çakıştıran bütünsel bir
süreç içinde karmaşık ilişkilerle gerçekleşir. Bu karmaşık ilişkileri
tanımlayabilmek için Gılles Deleuze’ün Henry Bergson’un Oluş kavramı içinde
tanımladığı Virtüel/Aktüel kavramları ile George Bataille’nin Labirent ve
Piramit metaforları ilişkilendirilerek referans olarak kullanılmıştır. Bu
metaforlarla elde edilen kavramsal çerçeve bağlamında; ele alınan bir duvarın
biçimlenme öyküsünde mimari bir nesnenin, kavram ve metafor olarak
dönüşen/farklılaşan durumlarının izi sürülmüştür.
Duvar üzerinden
anlatılan dönüşüm süreçleri ile, mimari tasarım düşüncesi içinde tasarımın
oluşum sürecini bir biçimlenme olarak ele alarak tasarımı, mutlak sonuç
arayışı üze- rinden değil, dönüşüm ile yarattığı niteliksel farklar
üzerinden tartışmaya açmak hedeflenmektedir.
Abstract
Having a structurally
and conceptually important place in architectural design thought, the Wall has
been exemplified in the formative narrative of the Sinop city walls by focusing
on formations of different times and spaces. The differentiations that the
transfor- mations over the designing process create, are illustrated with examples
of the different temporal and spacial contexts of Wall, which has an important
place in the architectural design reflections with its structural and con-
ceptual reflections. Besides, as a metaphor, Wall is taken as a method of
reflection, which illuminates the definition of the process con- cept regarding
all the formations.
The transformation
does not occur in linear relations of temporal and spatial basis. It occurs in
a holistic process with its complex relations and which clashes different temporal
and spatial basis. In order to define these complex relations, the relation
between Gilles Deleuze’s notions Virtual/Actual with Henry Bergson’s notion of
Becoming and George Bataille’s metaphors of Labyrinth and Pyramid is taken as a
reference. Within the conceptual frame obtained with these meta- phors, Wall,
as an architectural object, a con- cept and a metaphor is traced with its
trans- formations and differentiations in different formations.
With the processes of
transformations cited over the concept of Wall, it is aimed to dis- cuss the
design which is held as a formation in the architectural design reflection, not
in its search for an absolute result, but with the qualitative differentiations
it creates with transformation.
Anahtar Kelimeler: Biçimlenme, Duvar, Sinop Sur
Duvarları, Virtüel/Aktüel, Dönüşüm, Paradoksal İlişki, Tasarım Süreci
Keywords:
Formation, Wall, Sinop City Wall, Virtual/Actual, Transformation,
Paradoxal Relations, Design Process
Mimaride
Biçimlenme Sorunsalı
Biçimlenme Sorunsalı
Michael Hays (2015,
s.2) mimarlığı, ‘olmak’ fiiline erişmenin bir yolu ve gerçek olanın
biçimsel temsillerini örgütleyen bir işlem- ler kümesi olarak tanımlar.
Mimarlığın tarihsel statüsü içinden baktığımızda olmak fiilinin mimarlık
düşüncesinde ve pratiğindeki karşılığı yapılardır. Bir yapı- nın oluşması;
olana, henüz olmamış ama olabilir olana ve olabilir olanların nasıl
olabileceğine dair bitmeyen bir arayış ve araştırmadır. Bu araştırma içinde
yapıların ‘‘nasıl oluştuğu” sorusu mimarlık düşün- cesi ve pratiği içinde
olmak fiiline yönelik ucu açık bir sorudur. Bu sorunun cevabı mimarlığın
kapsadığı tüm süreçler (tasarım, üretim, kullanım) içindeki öngörülemez
ve sayısal olarak hesaplanamaz çoklukta verinin karmaşık ilişkilerini kapsar.
Nasıl kelimesinin soru zarfı olarak özellikle tercih edilmesinin nedeni;
neden-sonuç ilişkilerinin doğrusal kurgularına indir- genemeyen cevapların
oluşturduğu bir muğlaklığı vurgulamasıdır.
Mimarlık düşüncesi ve
pratiği içinde nasıl sorusunun karşılığı olan muğlaklık ile başa çıkma
yöntemi çoğunlukla, olmak fiiline yönelik soruları yapıların kendisi
dışındaki aşkın1
anlam, değer veya ideal ile ilişkilendirmek böylece olmak fiili
içindeki hesaplanamaz sayıdaki veriyi nedensel ilişkilerin kurgusuna
indirgemek
ve düzene sokmaktır.
Yapıların nasıl oluştuğuna yönelik soru, elde edilen en tutarlı, en
hesaplanabilir, öngörülebilir yapısal durumlar olan yapıların biçimleri ve
biçimsel temsilleri örgütleyen işlemler kümeleri üzerinden tartışılır.
Doğal biçimlerin
güzelliğinin taklit edilmeye çalışıldığı Antik Yunan ve Roma
mimarlıklarında, altın oran ve simetri üzerinde temellenen oran sistemleri
ile
Vitruvius’un tanımladığı oranlar, Rönesans döneminin merkezi plan şema- ları,
ızgara plan üzerinden yaratılmaya çalışılan ideal kurallar, perspektif
tekniği ile elde edilmeye çalışılan ideal bütünler, epistemolojik bir sistem
olarak tipoloji, geometrik kurallar, modern insanın
ölçü birimi olarak önerilen
Modülor, İşlevselcilik, klasik simgelerden türetilmiş arketipler, mekânsal
ve strüktürel gereksi- nimlerin topolojik olarak ilişkilendirildiği
alternatif modüler sistemler gibi bir çok yaklaşım yaratmaya çalıştıkları
ideal ilkelerle tasarım düşüncesi içinde biçim yaratımını özcü ve idealist
dünya görüşleri üzerinden temellendiren bakış açılarına örnektir (Moussavı,
2009, s.28).
Modern öncesi dönemlerde
tanrı dü- şüncesinde ya da doğanın güzelliğinde aranan idealler, modern
zamanlarda insanın düşüncesinde, aklında aranmıştır. Yapıların üretilme,
anlamlandırılma ve değerlendirilme sistemleri ise bu idealler üzerinden
verilen cevaplarla oluşturulan biçimler üzerinden kurulur.
Biçimsel ifadeleri ile
yapılar; temsil etme, işaret etme, imleme, anlamlar oluşturma kabiliyeti
edinirler ve bir disiplin alanı olarak mimarlık düşüncesinin ve pratiği- nin
değerler mekânizmasını örgütlerler. Yapılar biçimler üzerinden yapılan dönem,
üslup, gelenek, klasik gibi tanımlar ile tarihselleşir, malzeme, teknik,
üretim ekonomisi ile toplumsal düzenin sosyo-e- konomik sistemlerinin içine
dahil olur. Biçimlerin ne ve neden sorularına verdiği cevapların nesnelliği
üzerinden ideolojiler oluşturulabilir ve politika yapılabilir, top- lumsal ve
siyasal düzenler oluşturulabilir. ‘‘Gerçek bir toplumsal duruma ve çelişkiye
getirilen birer çözümdürler” (Althusser,
2004). Öyle ki biçimler üzerinden
edindiği biçimlendirme kabiliyeti ile mimarlık, her alanda ‘her şeyin
mimarisi’ ifadesi ile kendine yer bulur.
Batı düşünce
geleneğini oluşturan klasik felsefe ve metafizik yaklaşım biçimleri bu
anlamlandırma ve değerlendirme sistemle- rinin düşünsel alt yapısını
oluşturmaktadır. Bu noktada hem geleneksel felsefeden
hem de modern
düşünceden farklılaşan Deleuze, kendi felsefi yaklaşımında bu değerlendirme
sistemlerini farklılık ve tekilliği tahrip eden homojen durumları öne
çıkardıkları gerekçesiyle eleştirir. Bu eleştiri yapılara yönelik soruların,
yapılar dışındaki nedenselliklere indirgenmesine yönelik bir eleştiridir.
Deleuze (2005, s.18),
nesneye yönelik sorulan soruların cevaplarının nesneden aşkın bir durum içinde
aranmasının nedenlerini Platon felsefesindeki özün görünüşten, zihinsel olanı
duyulur olandan, ideayı maddeden ve imgeden, asıl olanı kopya- dan, modeli
simulakrdan ayıran ayrımda arar; ve bu ayrımlardaki temel eğilimin
iyi kopyalarla kötü
kopyaları birbirinden ayırmak olduğunu söyler.
Bu ayrımların modern
düşünce içindeki özne-nesne, zaman-mekân ayrımlarının da temel eğilimi
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Mimarlık düşüncesi içindeki temel ayrımı da
tasarım nesnesi ve düşüncesi
arasındaki ayrım
oluşturur. Tasarım nesnesine tasarım düşüncesi aracılığı ile bir model ya da
modeller oluşturulmaya çalışılır. Bu bakış açısından bakıldığında ardında
bir düşünce, bir düşüncenin taşıyıcısı olarak bir tasarımcı, tarihsel bir
referans, model oluşturacak bir biçim bu- lunamadığında mimari bir nesnenin
nasıl oluştuğu sorusunu mimarlık düşüncesi içinde ele almak, değerlendirmek
nere- deyse imkansızdır. Mimari bir nesnenin nasıl oluştuğu sorusu ise temel
alınan ideal modeline ne kadar benzediği ya da benzemediği üzerinden ya da öz
kabul edilen bilgisi ile olan ilişkisi üzerinden değerlendirilir.
Deleuze (2005,s.284) kendi
felsefi yaklaşı- mında Platon felsefesindeki temel ayrımı tersine çevirerek
nesnelere yönelik soruları nesneden aşkın2 durumlarda değil, nesneye içkin
durumlar içinde arar. Tersten ele aldığı ayrımda özlerden değil, simulakrlar-
dan yola çıkar. Kopya ancak o şeyin ide- asına benzediği ölçüde herhangi bir
şeye gerçekten benzer, ideayı içsel ve zihinsel olarak model aldığı ölçüde
nesneye uygun düşer. Simulakrlar ise ne model ne de kopya ile benzerlik
üzerine bir ilişki kurar. Simulakr olarak ifade edilen dönüşmüş olan şey
kopyanın kopyası, derecesi son- suzca düşük bir ikon da değildir. Simulakr ve
kopya arasında bir doğa farkı vardır. Bu ayrımın temelinde derin, gizli bir
ikilik vardır. Bu ideanın etkilenmesine maruz kalan ile bu etkilenmeden kaçan
arasındaki daha derin bir ikiliktir. Saf oluş, sınırsız olan, ideanın
etkilemesinden kurtulup aynı anda hem modele hem kopyaya karşı koyan
simülakrın maddesidir (Resim 1).
Deleuze (2005,s.18),
tersine döndürdüğü şemada ideallerin yerine Olayları yerleş- tirir. Olaylar
kişiden, nedenden bağımsız genellenemez tekillik kümeleridir. Bu ele alışta
olay dogmatik çerçevede özle, am- pirist çerçevede de kaza ile karıştırılamaz.
Dogmatik özden ve şimdi gerçekleşenden ayrışan olaylar (tekillikler
kümesi) şimdi de aktüel halde olanın virtüelleridir. Virtüel bulut içinde
birbirlerinin koşullarını belirledikleri problemler olarak olaylar, paradoksal
bir ilişki içindedirler (Resim 2).
Deleuze’ün ele alış
modelinde Bergson’un Süre (Durée, Duration) kavramı ile temel-
lendirdiği iki önemli kavram öne çıkar: Virtüel/Aktüel3 kavramları nesnenin iki
farklı yüzü olarak tanımlanır. Nesneler zaman ve mekân bağlamlarından
bağımsız süre içinde virtüel ve aktüel halleri ara- sındaki oluş ile var
olurlar. Bu nedenle her an, bir anlamda çift katmanlıdır —geçmiş (bir
zamanlar olduğu) şimdi ile birlikte var olur, kronolojik olmayan bir
zaman yığını, virtüel arşiv olarak korunur. Bu yolla zaman aktüel ile
virtüel, algı ile hafıza arasındaki kıyaslanamaz, ortak bir ölçüye indirgenemez
niteliksel ayrımı oluşturur: Aktüel, geçmişi virtüel bir imgeye dönü- şen
şimdidir. Şimdi ile birlikte var olan bu virtüel imge, şimdinin bir yandan
algı, öte yandan ise anımsama olarak çift katmanlı olmasının nedenidir (Deleuze,
1991, s.40-43).
Deleuze’ün düşünsel
yaklaşımı ve kav- ramları mimarlık düşüncesi içinde ce- vaplandıramadığımız
yapıların oluşlarına yönelik ‘nasıl’ sorularının hesaplanamaz çoklukta veri
içeren cevaplarına kav- ramsal bir altlık oluşturacak niteliktedir. Mimarlık
nesnesi de şimdi algılanan aktüel hali ile geçmiş hafızasında anımsa- nan
virtüel imgesi arasında oluş içindedir.
Bu kavramsal altlık bizi
nasıl sorusunun cevabını biçimsel modellere, neden sonuç ilişkilerine
indirgemekten kurtarır. Yapıları bir oluş içinde aktüel ve virtüel hallerinin
bir aradalığı ile tanımlamak ve bu oluş içinde farklı birçok mekân
ve zamanı nedensel
ilişkilerle değil olaylardan oluşan ilişkiler ağı içinde ele almak ilk
olarak bizi yapıların biçimsel nedenselliklerini önceleyen bir yaklaşım içinde
olmaktan kurtarır. Böylece yapılar da mimarlık düşüncesi içinde değerlendi-
rilebilmek için gerekli görülen idealleşti- rilmiş bir düşüncenin temsilcisi
olmaktan, bu düşüncenin sahibi bir tasarımcıya aidiyetten, tarihsel bir
referansın ya da model oluşturacak bir biçimin gölgesinden kurtulmuş olurlar.
Bu bakış açısıyla,
mimarlık ve tasarım düşüncesi içindeki tartışmaları belirli bir jargonun
dışında, daha sınırsız bir alan içinde tartışabilmek de mümkün olur. Bu
sayede gündelik hayatımız içinde her- hangi bir nesne olan turşu bile,
mimarlık düşüncesi içinde kritik edilebilir, geçirdiği dönüşüm üzerinden
yapıların biçimlenme mantığına ilişkin nasıl sorularının cevap- ları için bir
örneklem oluşturabilir.
Ele alınan temel
kavramların ilişkilerinin anlatılabilirliğini metaforik olarak ifade
edebilmek için George Bataille’nin mi- marlığın mutlak kabul edilen
biçimlerini eleştirmede kullandığı Piramit ve Labirent metaforları ve bu
metaforlar arasında kurduğu ilişkiye başvurulabilir.
Bataille’nin (1985,
171-177) felsefesinde Piramit metaforu, mimarlığın temsil ettiği tüm
aşkın anlamları ve idealleri ifade etmek için kullanılır. Bu Deleuze’ün
felsefesindeki aşkınlık tanımının karşılığı olarak düşünülebilir. Piramitin
mimarlık tarihi boyunca, biçimsel olarak kusur- suzluğu, mükemmelliği temsil
etmesi bu metaforun düşünsel altlığını oluşturur.
Bu aşkın,
idealleştirilmiş durumların karşıtını tanımlamak için ise Labirent metaforu
kullanılmaktadır. Labirent tarih boyunca bir biçim olarak değil, kişisel
bir
yolculuğun, kayboluşun, dönüşümün simgesi olarak ele alınmıştır.
Bataille’nin felsefesinde ise klasik anlamdaki
Labirent kavramı dönüşüme
uğratılmıştır. Bataille’ın Labirent’indeki kayboluş, potansiyel ve gerçek
bir sonucu olan bir kayboluş değildir. Labirent girişi, çıkışı ve merkezi
olmayan bir mekândır (Resim 3).
Deleuze’ün kavramları
ile bir arada düşü- nüldüklerinde Piramit şimdi de aktüel ola- rak olmuş,
öne çıkmış olan, Labirentteki kayboluş ise farklı birçok piramidi inşa
edecek olan olayların virtüel gölgesidir. Bu virtüel gölge labirent içindeki
kaybo- luşları barındırır, piramidin hafızasıdır ve her kayboluş farklı bir
çıkış olan farklı piramitleri inşa edebilir (Resim 4).
Bataille felsefesinde
Labirent; yönsüzlük referanssızlık içinde eksiklik/yetersizlik İlkesinin
imgesi olarak kullanır. Labirent imgesi ile tanımlanan varlığın eksikliği/
yetersizliği tüm varlığın baskın ilkesidir. Bu anlamda tüm varlıklar asla tam
ve yeterli değildir ve bu nedenle her varlık diğerleri ile ilişkiye açıktır (Noys,
2000, 14). Bataille’ın bitmemiş dolayısıyla bir sonu olmayan Labirent ile
aşkınlığın/bitmişliğin temsili olan Piramit arasında tanımladığı ilişki,
aktüel ve virtüel olanın oluş içindeki ilişkisinin metaforik ifadesidir.
Labirent içindeki kayboluş, oluş içinde olmaktır.
Oluş içinde olmak:
özdeşleşme/taklit/mime- sis yolu ile bir biçime ulaşmak değildir; bir
kadından, bir hayvandan veya bir molekülden ayrışamayacağımız şekilde,
yakınlık, ayırt edilemezlik ya da farklılaşmama bölgesini bulmaktır. Ne genel,
ne de belir- siz, öngörülmemiş, önceden var olmayan, bir topluluk içinde
tekilleştiği ölçüde daha az kalıba dökülmüş bir haldir. Bu anlamı ile oluş
içinde olmak her zaman ‘‘arasında” ya da ‘‘içinde”dir (Deleuze,2007, s.9).
Bir mutlaklık arzusunun
ve bitmişliğin temsili olarak Piramit aslında tabanındaki Labirentten çıkma
arzusunun temsilidir. Öngörülmeye/hesaplanmaya çalışılan her çıkış Labirenti
üstten gördüğü varsayılan bir noktadır. Piramit ise bu aşkın noktaya ulaşmak
için inşa edilmiş mutlak olduğu varsayılan bir biçimdir. Ancak Piramitin en
tepe noktasının iz düşümü Labirentin en kör noktasıdır. Labirent ve Piramit
birbirlerini ima ederler/belirtirler/gösterir- ler (imply each other)
(Hollier 1992, 71-73).
Tschumi (1997, 27-50)
Bataille’ın Labirent ve Piramit metaforları arasında kurguladığı ilişkiyi
kendi mimari söylemi içinde Mimarlığın Paradoksu olarak tanımlar. Tasarım
düşüncesi ve nesnesinin örtüş- mezliği bir paradokstur, form ve fonksiyon
tanımlarının örtüşmezliği bir paradokstur, mekânın konseptini/imgesini
Piramit me-
taforu ile yaşanan
mekânın gerçekliğini ise Labirent metaforu ile örtüştürür ve bu iki metafor
arasındaki paradoksal ilişkiyi mi- marlığın paradoksu olarak ifade eder. Bu
paradoksun konsept/kavram ve gerçeklik arasında karşılıklı bağımlı ve
birbirinden faydalanan bir ilişkiyi doğurduğunu söyler ve mimarlık söylemi
içindeki form-fonksi- yon ilişkisini, paradoks tanımı ile doğrusal
neden-sonuç ilişkisi dışında bir ilişki türü içinde tanımlar. Bu anlamı ile
Tschumi’nin paradoks tanımı, Deleuze’ün tersine çevirdiği Platoncu ikilikleri
baştan kabul eder ve bu ikilikler arasında paradoksal
bir ilişki kurar. Bu
anlamı ile Deleuze’ün eleştirdiği klasik ve modern düşüncelerin devamı
niteliğinde bir bakıştır. Deleuze’ün öne çıkardığı ayrım ise nesne ile nesne
dışındaki idealize edilen (düşünce, kavram, içerik...vb) durumlar
arasında değil, nesnenin aktüel olmuş olan hali ve henüz olmamış olan
virtüel halleri arasındaki ayrımdır.
Bu anlamı ile bu
çalışma bağlamında kullanılan Labirent ve Piramit metaforları Tschumi’nin
kullandığı anlamda nesnenin düşüncesi ve nesnenin gerçekliği arasın- daki
ilişki bağlamında değil, nesnenin virtüel ve aktüel halleri arasındaki
ilişki bağlamında kullanılmıştır.
Bu anlamı ile Deleuze’ün
nesnenin hafı- zası olarak tanımlayabileceğimiz Virtüel hali içinde
birbirlerinin koşullarını belir- leyen problemler olarak olayların oluştur-
duğu paradoksal ilişkiler ile Tschumi’nin ayrımındaki mimarlığın düşüncesi/
söylemi ve nesnesi/gerçekliği arasındaki paradoksal ilişki tanımı farklı
tanımlardır. Öne çıkarılmak istenen nesnenin kendine içkin bir paradokstur.
Ele alınan tüm kavramlar
ve metaforların tanımladığı çerçeve bağlamında bu çalışmada yapılar için
bitmiş bir nesneyi çağrıştıran Biçim ifadesi değil; hiçbir zaman
tamamlanmayacak, ideal ve tam olmayacak, bitmez tükenmez bir ‘oluş süreci
içinde olma’yı ifade etmesi düşünü- lerek Biçimlenme tanımı kullanılmıştır.
Biçimlenme sürecinin sonlanmayan ve nihai, mutlak, ideal bir sona ulaşma amacı
olmayan hareketinde yapıların nasıl oluş- tuğu sorusunun cevabının
hesaplanamaz- lığı baştan kabul edilerek, biçimlenme bir yöntem arayışı
içinde değil, hesaplanamaz ama izi sürülebilir olan oluş sürecini farklı
kavramlar, metaforlar ve örnekler üzerin- den tartışmaya açmak
hedeflemektedir. Bu amaçla ele alınan örneklem duvar ve duvar bağlamında
farklı tüm biçimlenmeler, kendilerini tanımlayan nesnel biçimleri dışında
içinde oldukları oluş süreçleri bağ- lamında ele alınarak, bu süreçler içinde
duvarın virtüel halleri olarak tanımlanan hafızası ile aktüel hali duvar
biçimleri arasında kurduğu paradoksal ilişkiler ile gerçekleşen
dönüşümlerin izi sürülmüştür.
Bir Duvarın
Biçimlenme Öyküsü ‘‘Sinop Sur Duvarları”
Her yapı gelir bir
duvar öyküsüne bel bağlar. 4
Enis Batur
Enis Batur (1995,
71-72), Barthes’ın metini kumaşa benzeterek kullandığı örmek fiiline
referans vererek, yapıtların duvar- larla örüldüğünden bahseder. Bir yapıt
olarak metin de kendi duvarları ile örülür ve ayakta durur. Metin dışındaki
yapıtlar için de aynı tanım geçerlidir: müzik besteleri, kavramlar, yapılar,
kentler...vb.
Metini ören duvarlar ile
kenti, yapıları ören duvarlar metafor olarak birbirlerini çağrıştırırlar
ancak dönüştürdükleri ve dönüşümleri ile farklı biçimlenme öykü- leri
oluştururlar.
Duvar hem mimari bir
nesne olarak
hem de taşıdığı tüm metaforik anlamları ile biçimlenmeyi bir
oluş süreci olarak tanımlamak ve bu süreç içinde yapıların nasıl oluştuğuna
yönelik soruyu kavram- sallaştırabilemek için yeterli ve doğurgan bir alan
tanımlamaktadır. Bu alanın genişliği içinde kaybolmamak için kendine has
yapısı ile özel bir duvar olan Sinop sur duvarları ana örneklem olarak ele
alındı.
Ele alınan duvarın
biçimlenme öyküsü içinde geçirdiği dönüşüm bir duvarın bir önceki durumu ve
bir sonraki durumu gibi kronolojik olarak dizilen farklı zamanlar- daki
biçimlerinin niceliksel farkları üze- rinden ele alınamayacak
karmaşıklıktadır. Belirlenmiş zamansal aralıkları referans alamadığımız
gibi, duvarın ilk ve orijinal halinin de tespiti söz konusu değildir. Mimari
bir nesnenin ele alınışında genel bir yöntem olarak: önceden var olan bir
projesi, söylemi ve tasarım düşüncesi ya da tarihsel bir referans üzerinden
mevcut durumunun analiz edilmesi de mümkün değildir. Bu durum bu duvarı şu
anki biçimi üzerinden değil biçimlenme süreci üzerinden ele alabilmemiz için
gerekli özgürlüğü sağlar.
Önce ve sonra zaman
aralıklarının hiyerarşisi üzerinden ilerlenmeyen ve duvarın var olduğu
düşünülen bir oriji- nalini, düşüncesini, idealini ve özünü, biçimsel
referansını aramayan ve şu anki nesnel durumunu bitmiş, olmuş bir biçim
olarak ele almayan bu bakış açısı aslında daha önce kavramları ile
açıkladığımız Deleuze’ün (2005,s.279-290) ‘‘Platonculuğu tersine
çevirmek” olarak ifade ettiği ve kendi felsefesinin kavramlarını bu tersine
çeviriş üzerinde temellendirdiği bakış açı- sıdır. Deleuze ‘‘tersine
çevirmek” ifadesini Nietzsche’nin geleceğin felsefesinin görevi tanımından alıntı
yaparak kullanır ve bu ifade ile Nietzche’nin özler ve görünüşler ayrımının
yıkılmasından daha fazlasını ifade ettiğini söyler (Deleuze,
2005,s.279-290).
Deleuze’ün referans
alınan kavramları
ile ele alacak olursak, bir yanı ile çok tanıdık bir yanı ile
başka olan örneklem duvar duvar ideali ile ilişkisi k opmuş bir simulakrdır.
Duvarın nasıl oluştuğuna dair izleyebileceğimiz doğrusal bağlantılar
yoktur. Duvarın ideal kabul edebileceği- miz modelleri ile şu an karşımızda
duran edimsel hali arasında doğrudan bağlantılar kurulamaz. Bu bizi doğrudan
klasik
bakış açısının özler,
idealar ve görünüşler üzerinden kurulan düşey bağlantılarının dışında tutar
ve bizi tersine çevrilmiş bakış açısının imkanlarını kullanmayı zo- runlu
kılar. Bir tarihsel referansa, söyleme, projeye, orijinale ya da ideal herhangi
bir duruma referanslı düşünemeyiz.
Sinop sur duvarlarını
daha önce edimsel hale gelmiş birçok duvar ile bir model üze- rinden düşey
olarak ilişkilendirebileceği- miz üç temel özelliği öne çıkar. Bu duvar en
temel işlevi olarak bir sur duvarıdır, yığma yöntemi ile örülerek ve
özellikle batı bölümü ve iç kale kısımları devşirme malzeme kullanılarak inşa
edilmiştir. Bu
üç temel özellik
biçimsel veriler olarak ele alınabilir. Deleuze’ın tersine çevirme yöntemi ile
ele aldığımızda ise bizi duva- rın ideal modellerine yönlendiren bu üç temel
biçimsel özellik duvarın oluş süreci içindeki ilişkiler ağı içinde temel
referans oluşturma özelliklerini kaybederler.
Bu bakış açısı
bağlamında, duvarın şu anki hali bir biçim olarak değil, bir oluş içinde
sonlanmamış ama edimsel olarak deneyimlenen duvarın aktüel bir halidir. Duvarın
şu anki aktüel halini biçimlendi- ren, birbirlerinin nedenselliklerini kar-
maşık ilişkilerle oluşturan aktüel olmuş ya da henüz olmamış tüm olaylar
duvarın virtüel varlığıdır. Örneklem duvarın farklı zamanlarındaki biçimler,
farklı birçok duvar biçimleri ve duvar üzerinden elde edilen farklı bilgi ve
yöntemler, içerik, anlam ve işlevler duvarın biçimlenme öyküsü içinde duvarın
virtüel hafızası olarak varsayılmıştır.
Farklı zaman ve
biçimlere ait devşirme malzemelerin rastlantısal bir biçimde bir
araya getiren yapısı ve
farklı zamanlarda üstlendiği farklı işlevler üzerinden du- varın
tarihselliğini oluşturan hafızasına sıçramalı bir okuma yapılarak duvarın
biçimlenişindeki karmaşık ilişkilerin izi sürülmüştür.
Sinop Kalesinin ve sur
duvarlarının ilk yapılış tarihi kesin olarak bilinmemek- tedir fakat MÖ.
183’de Pontos Kralı I. Pharnakes’in Sinop’u ele geçirmesinden daha önce
kuşatıldığını fakat ele geçiri- lemediğini bu nedenle de kolonizasyon
devrinden önce de kentin güçlü surlarla korunuyor olduğu varsayılmaktadır (Demir,
2001).
Günümüzdeki görünüşü
ile yapı, altya- pının düzgün iri kesme taş inşaatı ile Helenistik-Roma
dönemi özelliği göster- mektedir. Bizans, Selçuklu, Candaroğulları ve
Osmanlılar döneminde çeşitli onarımlar ve eklemeler yapılmış olan bugünkü
kalenin Pontos hükümdarlarından Büyük Mithridat IV. tarafından MO.̈ I. yüzyılda
inşa edildiğini, Sinope’nin, Pontos kral- lığının başkenti olması ile artan
siyasi önemiyle, VI. Mithradates döneminde ona- rıldığı kaynaklardan
bilinmektedir (Uluğ, 1923). Bugün ise sadece doğuda belediye, güneyde
liman ve hapishane yakınındaki surlar ile batı bölümü ve Türklere ait eserleri
bulunduran iç kalenin bazı kısım- ları ve burçlar harap olmuş durumda olsa da
bugüne kadar gelebilmiştir.
Sinop sur duvarlarının
inşa edildiği dönemde, ‘‘kentin surları” olma işlevi du-
varın biçimlenişindeki
temel referansları oluşturur. Medeniyetin içinde yerleşenleri dışarıdaki
akıncılardan korumak kentin sur duvarlarının işidir. Duvar başka bir anlamda
uygarlığın barbarlarla arasındaki temas noktasıdır. Düşman için aşılmaz bir
sınır, gezgin misafirler için ihtişamlı bir kapıdır. Kentin karşılaştığı en
çok emek ve masraf gerektiren iş, kilometrelerce uzunlukta güçlü bir sur
yapılmasıdır. Savunma amacı dışında, kentin övündüğü yapılar arasında yer
alırlar.
Antik Yunan’da
medeniyetin ve ken-
tin doğduğu yer olarak kabul edilen Akropolis, surlar ile
korunur. Aristoteles5, surların koruyucu olmasının yanı sıra bezeyici olmasının da
gerektiğini söyler. Bir gezgini ilk önce sur etkileyecek, yaklaşan düşmanı
ise umutsuzluğa itecektir (Wycherkey, 1993, s.33-37). Sinop surları
üzerinde Kum Kapısı, Meydan Kapısı, Tersane kapısı, Yeniçeri Kapısı, Dabağhane
Kapısı ve Lonca Kapısı isimle- rindeki altı kapı kente gelenleri karşılar.
Aynı heybet surların
daha sonra Sinop Cezaevi olarak kullanılacak yapı ile kesiştiği bölümlerde
ise kaçışın ümitsiz- liğini doğurmuştur. Duvarların üzerinde yükselen tel
çitler ve gözetleme kuleleri bu işlev değişimi ile beraberindeki dönüşü-
mün izleridir.
Sinop Cezaevi’nin ünlü
mahkumlarından Sabahattin Ali’nin 1936 yılında yazdığı ‘‘Duvar” isimli öyküsü
bir mahkumun ‘‘Bir zamanlar ben bu duvardan kaçacak-
tım!” sözü ile başlar
ve bu duvarların hey- betinden bahseder. Öyküde başarısızlık ile sonuçlanmış
bir firar, içerde ve dışarıda olmak arasındaki gerilim ile aşılmaya
çalışılan duvar üzerinden anlatılır:
‘‘ ....her ses hürriyeti
gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış
gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ufak ağaçlar, yo- sunlu taşlardan
aşağı sarkan sarı çiçekler, bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın
bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır
yüzen bulutlar benden bir teselliyi: unutmayı alırlardı...”
Bu anlamı ile duvarın
öngörülen herhangi bir işlevi duvarın biçimlenişinde farklı biçimleri
doğurmuştur. Bu yeni biçimle- nişler ile duvar dönüşmüştür. Bu, mimar- lık
düşüncesi içindeki temel problematik- lerden işlev ile biçim arasındaki
ilişkinin farklı bir yorumu olarak düşünülebilir, fakat burada öne çıkarılmak
istenen farklı işlev tanımlarının aynı duvarı farklı biçimlerde dönüştürdüğü
ve dönüşümün sadece niceliksel değil, niteliksel bir dönüşüm olduğudur.
Duvarın düşmanı korkutma işlevi ile, misafiri heybetli bi- çimde karşılama
işlevi, cezaevi duvarının tanımladığı korunaklı iç ve cezaevinden duvarı
aşarak kaçmak duvarın virtüel hafızası içinde birbirleri ile nedensel
doğrusal ilişkiler kurmazlar, fakat yan ya- nadırlar ve aynı oluş süreci içinde
duvarı farklı biçimlenmelerle biçimlendirirler. Sur duvarı ile ve hapishane
duvarı farklı ‘iç’ tanımlarını biçimlendirirler. Duvar ile olan ilişkimizde
bakış açısına göre duvar sayesinde özgürleşmiş ya da hapsedilmiş
olabiliriz. Surların kalınlığı ve yüksekliği kentliye özel bir alanı
sınırlarla tanımla- yarak içindeki kentliyi özgürleştirirken, kentli içinde
bir grup aynı kalınlık ve yükseklikle hapsedilmiş olur (Resim 6).
Birbirleri ile
çelişkili görünen farklı işlevler aynı yapının biçimlenme süreci içinde
doğrusal olmayan ilişkilerle bir aradadırlar. Duvar yapısal olarak biçim-
lenirken, kavramsal olarak da bu iç içe geçen ilişkilerle biçimlenir.
Duvarın biçimlenme
süreci ile gündelik
hayatımız içindeki
turşunun biçimlenme öyküsü ve bu öykü içindeki işlevsel ve yapısal
dönüşümlere yönelik soracağımız sorular yol gösterici olabilir. Sebzelerin
turşuya dönüşmesi özellikle duvarın farklı biçimlere dönüşmesinde oluşan
niceliksel ve niteliksel farkları anlatmak için iyi bir örnektir. Turşuda
sebze biçimsel olarak dönüşmüştür. Turşu sebzenin ilk hali ile ilişkilidir,
aynı zamanda ondan tamamen farklıdır. Turşu için başlangıç kabul edeceğimiz
ilk işlev ‘‘sebzeleri kendi oluşum zamanı dışında da tüketebilmek”- tir. Bu
işlev aynı zamanda en basit anlamı ile bir tasarım düşüncesini
oluşturabilir. Dönüşen sadece sebzenin nesnel biçimi değil, aynı zamanda
tadıdır. Sebzenin turşu hali sebzenin kendi tadından farklı bir tad
oluşturmuştur. Dönüşen bu farklı tad aynı zamanda sebzenin farklı bir işlev
(düşünce) için de yer almasına da neden olmuştur. İlk işlevi
dışında artık turşu ‘‘damağımızda oluşturduğu tadı ve bu tadın verdiği
haz” içinde vardır. İçindeki bakterilerin faydalarının keşfi ile de ‘‘yağ-
ların oksidasyonunu yavaşlatan madde” olarak yeni bir işlev edinmiştir. Bu
farklı işlev tanımları turşunun biçimlenişinde farklı biçimleri
doğurmuştur. Sebzenin tüketilme biçimi ile turşunun tüketilme biçimi
farklıdır, bu farklı tüketilme biçimleri de farklı ritüelleri ve biçimleri
beraberinde getirir. Bu anlamı ile işlev
tek başına biçimlenme
içinde niceliksel bir tanımdan fazlasıdır. Dönüşüm sadece biçimsel değildir;
aynı zamanda deneyim olarak da bir dönüşümdür.
Benzer biçimde, oluşan
farklı biçimleri ile de aynı duvarda tekrar farklı işlevler ve biçimler
doğabilir. Heybetli kapılarından girilen duvar ile üzerindeki gözetleme
kulesinden mahkumların gözetlendiği duvar ya da mahkumların üzerinde yeşeren
bitkileri seyrettiği duvar gerek niceliksel olarak gerek niteliksel olarak
değişmiştir. Duvarın virtüel hafızası içindeki bu her bir farklı işlev ve
biçim duvarın biçimlenişine yönelik tüm ‘nasıl’ sorularının cevabını aynı anda
cevaplar ve duvarı, hem biçimsel hem de niteliksel olarak tekrar tekrar dönüş-
türür (Resim 7).
Enis Batur’un
‘‘yapıtların duvarlarla örüldüğü” ifadesine geri dönecek olursak duvarın yapıt
olarak biçimlenişinin ele alı- nışında duvarın kendi örgüsünün hikayesi de
hafızasının içindeki birçok tekil olayı kapsar. Söz konusu duvar dışında
mimar- lığın kolektif hafızası içinde de ‘‘duvarın örülerek inşası” önemli
bir bilgi birikimidir ve iç içe geçen farklı birçok deneyimin sonucunda
biçimlenmiştir. Genel olarak ‘‘yığma” ve ‘‘örme” yöntemi olarak isim-
lendirilen bu inşa biçimi farklı coğrafya- larda farklı zamanlarda farklı
biçimlenme- lerde karşımıza çıkar. Yapısı ile mimarlık ve tasarım üzerine
farklı birçok soruyu
zihinde canlandıran
Sinop sur duvarları farklı zamanlarda geçirdiği onarımlar ile fiziksel olarak
tekrar tekrar örülmüştür (Bıjışkyan, 1998,s.65). Fiziksel olarak
tekrar tekrar örülmenin, bir çok kişi, mekân/ zaman ve deneyimin duvarın
biçimlenme sürecine farklı birçok veri ile dahil olmasına neden olduğu duvarın
şu anki örgüsünde açıkça görülüyor. Her örülüşünde duvarın örgüsüne farklı
zamanları yansıtan dev- şirme malzemeler dahil olmuştur. Devşirme
malzemelerin bir araya gelişleri sistematik bir örgü dahilinde değildir (Resim
8).
şinde kendine has, tek
seferlik, ve tekrar edilemez, farklı zaman/mekân ve dene- yimleri üst üste
örtüştüren bir duvar yapısı biçimlenmiştir. Deniz kumundan elde edilmiş
kerpiç benzeri karışımlar, şekilsiz taşlar, kesme taşlar, tuğla parçaları,
sütun başlıkları birbirleri ile rastlantısal bir ilişki içindedir, fakat bu
rastlantısal görünen bir araya gelişin ardında duvar örmeye ait eski bir bilgi
söz konusudur. Bu bilginin ilk izlerini en eski yerleşim olan Çatalhöyük
yerleşkesinde bulabiliriz (Resim9).
Çatalhöyük’te bulunan
duvarlar toprağın kazılması sonrası elde edilen oyuğun iç yüzeyinin kerpiç
ile sıvanmasından oluş- maktadır (Hodder, 2006). Toprak zeminde açılan
oyuk ile elde edilen boşluk ve oyuğun iç yüzeyinin kerpiç haline getiril-
miş toprak ile sıvanması yığma ve örme yöntemi ile yükselen duvarlarla ele
edilen mekân ile örtüşür. Toprağın içine farklı malzemeler katılarak elde
edilen kerpiç
ve iç yüzeyi sıvanarak dönüştürülen iç yüzeyde elde edilen
duvarlar ile duvar üzerinde farklı parçaları bir arada tutmak ve bazı bölümleri
sıvamak için kullanılan deniz kumu ile elde edilen harç ve çevrede bulunan
malzemelerin üst üste yığılarak elde edilen duvar genel anlamı ile mi- marlık
düşüncesi içinde duvarın virtüel hafızası içinde ilişkilendirilebilir.
Toprağın kerpiç haline
getirilişi, deniz kumundan yapılan harç, toprakta açılan çukurda ya da
yükselen duvarlarla elde edilen boşluk niteliksel dönüşümler-
dir. Her biri
yarattıkları dönüşüm ile Deleuze’ün Platon felsefesini tersten
ele alışındaki
simulakrların kopyadan niteliksel olarak farklılaşmasına örnektir. Bu nedenle
deniz kumu harcı ve kerpiç arasındaki, çukurda yaratılan boşluk, yükselen
duvarlar ile yaratılan boşluk ara- sındaki ilişki benzerlik üzerinden değil;
benzemezlik ve farklılaşma üzerinden doğrusal olmayan biçimde
ilişkilenebilir. Bu doğrusal olmayan ilişki duvarın virtüel hafızası içinde
zamansal ve mekânsal olarak sıçramalı bir ilişkidir.
‘‘Duvarın örülerek
inşası”nda harç benzeri dolgu malzemesi kullanmanın yanında bir araya gelen
parçaların durumlarına göre de farklı yöntemler oluşmuştur. Sinop sur
duvarlarının sistematik bir örgü olarak ele alamamamızın en önemli nedeni,
duvarın örgüsünü oluşturan alt parçaların birbirleri ile sistematik bir
ilişki içinde olmayıp, belirli bir yönteme işaret etmemesidir. Farklı
nitelikte parçaların bir araya geliş- leri sistematik bir örgü dahilinde
değildir. Bir araya gelen parçalar fiziksel yapıları doğrultusunda ve
parçaları bir araya getiren özne ya da öznelerin deneyimleri bir araya
getirilir.
‘‘Yığma” ve ‘‘örme”
yöntemi ile duvar inşa etmenin sistematik hale gelişi duvarın virtüel
hafızası içinde başka bir ilişkiler ağını oluşturur. Bir duvar örgüsünün
sistematik hale getirilmesinin temel şartlarından birisi, duvarın sistematik
birimlerin tekrarından oluşmasıdır. Sistematik birimin kriteri ise
ölçülendiri- lebilir olmasıdır.
Ölçülendirilmiş birim
oluşturmak için kullanılan malzemelerden biri kerpicin farklı bir biçimi olan
kerpiç tuğlalardır. Kil ve samanın karıştırılması ile elde edilen kerpiç;
Çatalhöyük’te duvarların içini sıvarken, ebatları ve şekli kalıplarla
belirlenmiş birimler olarak kurutulup farklı biçimlenme süreçleri içinde
duvar- ları örer (Resim 10).
Duvarın kalıplarla elde
edilen aynı ölçülerde birimlerden örülmesi ile örnek- lem duvar örgüsünde
olduğu gibi birbirini tekrar etmeyen birimlerden örülmesi arasındaki fark,
kerpicin sıva olarak kulla- nılması ile kalıplar içinde kurutularak elde edilen
birimler olarak kullanılması arasın- daki fark duvarın virtüel hafızası içinde
birbirleri ile ilişki içindeki dönüşümlerdir ve başka dönüşümlerin de
potansiyelini
taşırlar. Benzer
biçimde kerpiç birimlerin ateşte pişirilerek tuğlanın elde edilmesi yine bu
ilişki ağı içinde gerçekleşir. Duvarın biçimsel anlamı içinde yaşanan bu
dönüşümler sadece biçimsel değil, niteliksel farklardır.
Duvarın kalıplarla elde
edilen birimlerden örülmesi, beraberinde duvarın matematik- sel bir ölçü
sistemi içinde temsil edilebilir- liğini getirir. Bu bir anlamda biçimlenme
sürecini standart sürece dönüştürme çabası olarak ele alınabilir. Bir duvarın
ekonomik olarak hesaplanabilir ve başka yer ve zamanda aynı şekilde
tekrarlanabi- lir bir süreçle biçimlenmesi elbette en çok endüstri toplumunun
ihtiyacı olan rasyonel yapılarının işine yaramıştır. Bu standardi- zasyon
yöntemleri, biçimlerin matematik, geometri gibi araçlarla soyut temsillerini
mümkün kılmasının yanında yapıların ekonomik sistemlerle ile olan ilişkisini
de kurmaktadır.
Matematiksel olarak
ölçülendirilebilir birimler duvarın başka bir yerde farklı bir zamanda aynı
şekilde tekrar inşasını sağlar. Bu elde edilen ölçülendirilmiş, soyut
olarak temsil edilmiş ve formül- leştirilmiş bilgi sayesinde olur. ‘‘Derz
duvarın virtüel hafızası
içinde birçok etkeni bir araya getirir. O anda orada olan malzeme ve o
malzemenin hafızası, duvarı ören kişinin kendi deneyimi ve hafızası, duvarın
virtüel hafızası içinde ilişkilenir ve duvarın örgüsünü biçimlendirir.
Duvarın örgüsü içinde en
dikkat çeken parçalar Helen, Roma ve Bizans dönemle- rine ait mimari ögelerdir.
Mermer sütun- lar, mermer alınlık ve sütun başlıkları duvarın örgüsünün
sistematik olmayan diğer birimleri ile birlikte, taşıdıkları biçimsel
anlamlar ile de öne çıkarlar.
Bu ögelerin çoğu bir
dönemin mimar- lığının idealize edilmiş ve klasikleşmiş biçimsel
eğiliminin yapı elemanlarıdır. Kendi zamanlarındaki anlam ve form bağlamları
dışında bir duvar örgüsü içinde farklı bir bağlamda görmek, duvar ile
karşılaşan, duvarı ören hatta bugünün çok gerisindeki bir zamana sıçrayarak
bu par- çaların orijinal hallerini biçimlendirenler için de farklı bir deneyimi
oluşturur. Bu anlamı ile duvarın virtüel hafızası içinde farklı zaman, mekân,
deneyim ve bilgiler aynı anda aynı bulunabilir. En idealleşti- rilmiş
biçimler de virtüel hafızayı oluş- turan ilişkiler ağı içinde dönüşerek
farklı biçimlenmeleri oluşturabilir (Resim 12).
Klasik dönemin ideal mimarlık
olarak kabul ettiği tapınak formunu, şeffaflaş- tırılmış duvarlar
aracılığı ile yeniden
çizgilerini üst üste
getirmemek” duvarın virtüel hafızası içinde, birimlerle örülmesi ile ilişkili
formüllerden biridir. Fakat bu kadar formülleştirilmiş yöntemsel bir bilgi
bile duvarın hafızası içinde tekrar tekrar dönüşür. Sinop sur duvarlarında
karşılaştığımız rastlantısal örgü içinde derzler arasındaki ilişki duvarın
örülme anında eldeki birimlerin ilişkilerine göre yeniden
formülleştirilmiştir. Bu dönüşüm
biçimlendiren ‘‘Satırlar
Arası Okuma” isimli proje ifade edilmek istenen durumu sorunsallaştırdığı
için bu noktada önemli bir örnektir. Kutsal yapıların ağır ve katı duvarlarla
tanımlanan sınırlarını, üst
üste yığılan çizgiselliklerle elde ettiği yarı
şeffaf duvarları ile sorgulayan proje, klasikleşmiş şapel formunu farklı
bir forma dönüştürmüştür. Yapı, duvarlarının şeffaflığı ile dış ve iç
ayrımını bozar, içeriden dışarıya bakışta ya da dışarıdan içeriye bakışta
farklı biçimlere dönüşür. Dönüşen şapel formu işlevsel olarak da artık
farklı bir şapeldir (Resim 13).
Duvarın biçimleniş
öyküsü tüm farklı duvar deneyimleri ve ele alınan duvarın biçimlenme öyküsü
içindeki her farklı deneyim ile dönüşmeye devam etmektedir. Bu öyküdeki
duvarın virtüel hafızasının ilişki ağı içine duvarın üzerindeki bir boşluğa
elindeki sigara izmaritini sıkış- tıran bir kişi de, elindeki sprey boya ile
duvarı boyayan kişi de dahil olur, duvarı biçimlendirmeye ve dönüştürmeye
devam eder. Bu oluş süreci içinde hiçbir deneyim duvarın hafızasından
bağımsız değildir. Bu hafıza içinde duvar üzerindeki sprey boyama yapan
kişinin dokunuşu ile Fransa’daki mağara resimleri ilişkili olabilir. Bizon
resmini bizondan farklı bir gerçeklik olarak yansıtan mağara duvarın- daki
resim ile, Sinop sur duvarlarının artık kapsadığı değil, kendisini kapsayan
kente temas eden duvarlarındaki sprey boyama- lar ilişkilidir (Resim 14-15).
Mağara duvarına resim
yapan insan mağarayı nasıl bir mekâna dönüştürerek farklılaştırdıysa, sur
duvarına sprey boya ile yazı yazan kişi de hem duvarı hem de kenti
dönüştürmüştür. Berlin duvarı üze- rindeki grafittiler, duvarlara şiirler
yazan #ŞiirSokakta6 akımı bu farklı biçimlenme- lere örnek verilebilir (Resim
16-17).
Aynı şekilde surların
içinde yer alan Sinop Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi projesi gibi duvarlara
temas edecek birçok proje de bu biçimlenme süreci içinde ileriki zamanlardaki
yerlerini alacaktır (Resim 18).
Bu anlamda duvarın
biçimlenme öyküsü belirli bir sonu olan bir öykü değildir. Duvarın daha
sonraki farklı zamanları ile referans
olarak kullanılmıştır.
Örneklem olarak seçilen
duvarın en son karşılaşılan biçimi kendi oluş süreci içindeki virtüel
hallerinin labirenti içinden aktüel hale gelmiş bir piramit olarak ele
alınmıştır. Duvarın mevcut biçimi, duva- rın virtüel hallerinin labirenti
olarak kabul edilen hafızası içindeki farklı biçimler ile ilişkilendirilerek
biçimlenme içinde tekrar tekrar farklı biçimlerin dönüşerek oluşma- sına
neden olan paradoksal ilişkiselliğin tanımı yapılmaya çalışılmıştır.
Biçimlenme sorunsalı
yapıların nasıl oluştuğu ve nasıl dönüştüğüne yönelik soruların
hesaplanamaz çoklukta farklı cevabının bir aradalığının muğlaklığından
oluşan bir süreç olarak tanımlanmıştır. Örneklem olarak seçilen duvar bu
bakış açısı ile mimari bir nesne olarak kendi yapısallığı, kendi hafızası ve
farklı birçok duvarın biçimleniş öykülerinin oluştur- duğu kolektif bir
hafıza ile bir oluş süreci içinde düşünülmüştür.
Bu oluş süreci içinde
duvarı o ana kadar oluşturan tüm olayların birbirini doğuran ve dönüştüren
sebeplerinden oluşan cevaplar, neden-sonuç ilişkileri ile değil, sıçramalı
ilişkiler kurularak yapının hafızası içinde eşzamanlı olarak bir
arada ele
alınmıştır. Bu ilişkiler, duvarın aktüel hale gelmiş her biçimsel durumunu
yeni soruları doğuran birer cevap olarak düşünülerek bu cevapların
doğurduğu yeni sorular ve yeni soruların farklı cevapları üzerinden
ilişkilendirilmiştir. Paradoksal ilişkileri önceleyen bir bakış açısına
göre hafıza içinde farklı zaman-mekân ve kişi- ler biçimlenme sürecine aynı
anda dahil olur. Hiçbir cevap neden-sonuç ilişkileri ile birbirine bağlanamaz
ve hiçbir cevap tarihsel olarak ya da derece olarak daha önde ya da geride,
daha önemli ya da daha önemsiz değildir.
Örneklem olarak ele
alınan sur duvarla- rının biçimlenme süreci içinde; kerpiçin sıva olarak
kullanıldığı Çatalhöyük’deki duvar deneyimi, Berlin duvarı üzerindeki
graffitiler, Sinop Cezaevinde mahkum Sabahattin Ali’nin öyküsü, sprey boya ile
duvarı boyayan kişi, toprağın pişirilerek tuğla haline getirilme deneyimi,
duvar hafızası arasındaki
öngörülemeyen ilişki- ler ile dönüşerek devam eder. Sur duvarı olarak
işlevini yitirip, Sinop Cezaevi’nin duvarları ile kesiştiği zamanlar,
bugünkü kent yapısı içinde duvar ile yaşanan farklı deneyimler duvarı
biçimlendirmeye devam etmektedir.
Sonuç
Bu çalışmada mimarlık
düşüncesi içinde, mimarlık nesnenin ‘‘nasıl oluştuğu”, ‘‘gündelik hayat
içinde nasıl dönüştüğü” ve ‘‘neleri nasıl dönüştürdüğü” soruları örneklem
olarak seçilen Sinop İç kale duvarlarının biçimlenme süreci içindeki
dinamiklerin izi sürülerek ele alınmıştır.
Sinop sur duvarlarının
oluştuğu ve nasıl dönüştüğüne yönelik sorulan her sorunun cevabı duvarın
virtüel hafızası içindeki olayların izi sürülerek aranmıştır. Bu iz sürme,
duvarın hafızasını kendi yaşan- mışlıkları, kolektif hafızası ve duvarla
karşılaşma anını deneyimleyen yazarın kişisel çağrışımları ile üst üste
getirilerek elde edilen ilişkiler ağı üzerinden yapıl- mıştır. Bu ilişkiler
ağının tanımlanabil- mesi için Deleuze’ün oluş içindeki Virtüel ve Aktüel
kavramlarının arasındaki ilişki
üzerinden yapılan farklı
proje denemeleri, bu çalışma bağlamındaki tüm karşılaş- malar birbirleriyle
ilişkilendirilebilir. İlişkilendirilen tüm durumlar duvarın virtüel hafızası
içinde duvarın oluş süre- cini, biçimlenme mantığını tekrar tekrar
dönüştürerek niteliksel farklar yaratan soruların cevapları olarak
düşünülmüştür.
Biçimlenme, hiçbir zaman
öngörülen bi- çimsel sonuca ulaşmayacak çeşitlenen bir süreçtir. Bu nedenle
nesnelerin biçimleri ile ilgili mutlak sonuçlar öngören yargılara dayalı bir
yöntem uygulamak yerine, sürecin kendi dinamizmi içinde soruları, sonuçları
açık uçlu sorunsallar olarak ele almak gerekir. Bu anlamıyla biçimlenme süreci
biçimleri tekrar tekrar dönüştürerek farklı biçimlenmeleri oluşturan açık bir
sistemdir.
Bu açık olma durumunu
Umberto Eco (1992, s.211) açık yapıt tanımı içinde şöyle açıklar:
‘‘Biçim, bir eğretileme sürecinin doruğuna erişmesi ve bir dizi ardışık
yorumun başlangıcıdır. Bir eğretileme ürünü olarak biçim, sonucuna varmış
olan oluşturma sürecinin kesilmesidir. Ancak biçim olma olgusu, onu sonsuz
sayıda değişik bakış açısına açmış olduğundan, kendisini bir biçim olarak
edimleştiren süreç, sürekli bir yorum olanağı olarak
da gerçekleşir. Bir
biçimin kavranılması ve yorumlanması, oluşturucu süreci tersine yeniden
izleyerek, durağan düşünme içinde değil, devinim içinde biçime yeniden yeniden
sahip çıkarak gerçekleştirilebilir.”
Bu çalışmada Sinop sur
duvarlarının farklı zaman ve mekânlar üzerinden birbirlerine sıçrayarak iç içe
anlatılmaya çalışılan öykülerinde; beliren her kavram, düşünce, biçim...vb
duvar ile ilgili bir yargıyı, sonucu, kesinlik içeren bir bilgiyi öne çıkarmak
yerine duvarı farklı bilgilerin üretimine yol açan bir açık yapıt olarak
ele alınmıştır. Bu
bağlamda duvarın biçimlenme öyküsü yarattığı dönüşümlerle ortaya çıkardığı
niteliksel farklar ile dönü- şümü açıklayan bir olgudur. Biçimlenme sorunsalı
içinde tanımlanan yapıların nasıl oluştuğu ve nasıl dönüştüğü sorularına
yanıt aranırken herhangi bir yönteme
başvurulmamış,
biçimlenmenin doğasında var olan paradoksal ilişkiyi önceleyen bir çerçeve
model önerilmiştir. Bu çerçeve model biçimlenme sorunsalına ilişkin herhangi
bir sonuç ortaya koymaz ancak olası ilişkisel düşünme yollarını önerir.
Dönüşüm potansiyeli
içinde duvar, form-fonksiyon ilişkisi içinde donmuş
bir form olarak
sabitlenmekten, aynı yöntemin değişmeyen bilgisi ile tasarım düşüncesini
yönlendirmekten kurtulur. Mimarlık söylemi içinde farklı şekillerde
tanımlanan, Tschumi’nin paradoks olarak tanımladığı bu kurtuluş çoğunlukla
engellenmesi, telafi edilmesi, giderilmesi gereken bir durum olarak görülür.
Oysa makalede anlatılmak istenen bu dönüşüm potansiyelinin tasarımın
niteliksel değeri olduğudur. Bu değerler duvarın düşünsel ve nesnel olarak
dönüşen biçimlenişleri içinde ortaya çıkardıkları niteliksel farklar ile anlatılmaya
çalışılmıştır.
Dönüşüm; farklı zaman,
mekânları,dene- yim ve bilgileri aynı anda aynı noktada buluşturabilme gücüne
sahiptir. Farklı zaman ve mekânları üst üste çakıştıran ilişkiler tasarım
sürecinin parametreleri- nin de öngörülemezliğini ve hesaplana- mazlığını
oluşturur. Bu öngörülemezlik; engellenmesi, telafi edilmesi, giderilmesi
gereken bir durum değil, kabullenilip başa çıkılması gereken bir durumdur. Bu
başa çıkma mimarlık ve tasarım düşüncesi bağlamında mutlak biçimler olarak
kabul edilen tüm Piramitlerin, tasarım, bilgi ve yöntemlerin tekrar tekrar
sorgulanması ve dönüştürülmesi ile gerçekleşebilir.
Tasarım nesnesi ve
düşüncesi mutlak
bir sonuç ve idealler üzerinden değil, biçimlenme aracılığı
ile farklı süreçlerde yarattığı nitelikler üzerinden değerlen- dirilmelidir.
Bu bakış açısı ile çalışma, mimarlık nesnesini oluşum süreci içinde biçimin
niceliksel varlığı üzerinden değil, biçimlenme sürecinin dönüşüm ile yarat-
tığı niteliksel farklar üzerinden tartışmaya açar●
116 Say› 23, Mayıs 2017
Kaynakça
Kitap:
Bataille, Georges. 1985.
Visions of Excess: Selected Writings 1927–1939, edited by and intro. A.
Stoekl, trans. Allan Stoekl, with C.R. Lovitt and D.M. Leslie Jr , University
of Minnesota Press
Bataille, Georges 1989. Tears
of Eros, (Les larmes d’Éros, 1961), Trans. P. Connor, San Francisco: City
Lights Books,
Bryer, A. ve Winfield,
D., 1985. The Byzantine monuments and topography of the Pontus. Volume 2,
Washington: Dumbarton Oaks Research Library and Collection. (Eklendi)
Bıjıskyan, P. M., 1998. Pontos
Tarihi Tarihin Horona Durduğu Yer Karadeniz. İstanbul: Çiviyazıları
Yayınevi.(Eklendi)
Demir, Y., 2001. Antik
Anadoluda Bir Kozmopolitik Şehir Sinope. İstanbul: Çantay
Yayınevi.(Eklendi)
Deleuze,Gılles. 2007. Kritik
ve Klinik. Çev. İnci Uysal, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, ISBN 978 975
8686-36-0
Deleuze,Gılles. 2005. Anlamın
Mantığı. Çev. Hakan Yücefer, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, ISBN 978 975
8686-78-0
Deleuze,Gılles. 1991. Bergsonism.
trans. Hugh Tomlinson, New York: Zone Books
Eco, Umberto. 1992. Açık
Yapıt. Çev. Yakup Şahan, İstanbul:Kabalcı Yayınevi.
Hays, K. Michael. 2015. Mimarlığın
Arzusu, Geç Avangardı Okumak, Yem Yayın, İstanbul
Hodder, Ian. 1993-95. On
the Surface: Çatalhöyük,
edited by Ian Hodder. Cambridge: McDonald
Institute for Archaeological Research and British Institute of Archaeology
Ankara, 1996 (ISBN 0-9519420-3-4).
Hollier, Denis. 1992. Against
Architecture: The Writtings of Georges Bataille, Trans. Betsy Wing, The MIT
Press, Cambridge, Massachusetts and London, England
Noys, Benjamin. 2000. George
Bataille: A Critical Introduction, Pluto Press, London, Sterling VA, ISBN
0-7453-1587-9
Redford, S. (2014).
Legend of Authority / The 1215 Seljuk Inscriptions of Sinop Citadel, Turkey,
İstanbul: Koç University Press. (Eklendi)
Tschumi, Bernard (1997).
Architecture and Disjunction, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts and
London, England
Uluğ, H., 1923. Sinop
Kitabeleri ve Çeşmeleri, Sinop: Sinop Matbaası, Aktaran: Üstün, Fulya, (2008).
Yüksek Lisans Tezi, Tarihsel Kaynaklara Göre Sinop Şehrinin Fiziksel Gelişimi
(Antik Dönemden 19.yy Sonuna Kadar), Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi
Wycherkey, R.E. 1993. Antik
Çağda Kentler Nasıl Kuruldu?, Çev. Nur Nirven, Nezih Başgelen, Arkeoloji
ve Sanat Yayınları, İstanbul, ISBN: 975-7538-18-3
Derleme Kitap içinde
Makale:
Hensel, Michael. 2007.
Morpho-Ecologies: Towards Heterogeneous Space In Architecture Design, Editör:
Achim Menges, London: AA Publications.
Dergi:
Batur, Enis. 1995.
‘Kuram’ Kitap Dizisi: Duvar, Kitap 7 Ocak 1995 Genel Yayın Yönetmeni: Yurdanur
Salman İstanbul: Kur Yayıncılık
Say› 23, Mayıs 2017 117
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder