28 Ara 2010

Hiçbir canlı beden matematiksel an olarak uzamda varolmaz ve hiçbir algı zamandaki matematiksel bir anda vuku bulmaz. Ancak virtüel eylemin ve algının, tepkilerini geciktiren ve aralarındaki mesafeyi algılayan bireyleşmiş bedenlere ihtiyacı olduğu gösterilmiştir.

Algı bir bedenin şeyler üzerindeki olası eylemlerini ve tersini belirtir. Algının temelde sinir sistemindeki daha üst düzey bir karmaşıklık derecesine bağlı olarak, eylem gücü büyüdükçe algıya açık olan alan da büyür. Bellek benzer bir virttüellikte işler; virtüel bir durumdan başlayarak, edimsel bir algıda maddeleşmeye doğru adım adım ilerler. Saf bellek sadece bu virtüel durumda ortaya çıkabilir ve varolabilir.

Bergson saf bellek ve eylem düzlemi arasında "binlerce farklı bilinç düzlemi" olduğunu varsayar.( Matter anda Memory, s:241 0 371) Bu düzlemler, basitçe birbiri üzerine konuş hazır şeyler değil, sadece virtüel anlamda varolan, yaşanmış bir deneyim bütününün farklı tekrarlarıdır. aktaran: Cogito sayı 50, bahar 2007 Bellek: öncesiz, sonrasız, Virtüelin Gerçekliği: Bergson ve Deleuze, Keith Ansell Pearson, çev: Şeyda Öztürk-Nusret Polat s: 101
" Maddi evrenin bütün nesnelerini birleştiren sıkı dayanışma, karşılıklı etki ve tepkilerinin daimiliği, onlara atfettiğimiz belirgin sınırlara sahip olmadıklarını kanıtlamak için yeterlidir"
Matter and Memory cev: N.M.Paul& W. Scott Palmer. New York: Zone Books,1991, O 344 S:209

Sonuç kaçınılmaz: "Homojen uzam ve homojen zaman ne şeylerin özelliği, ne de bilgi yetimizin temel koşullarıdır. Onlar bedenin, eylemlerine bir dayanak noktası temin etmek ve bu noktada gerçek değişimler yapabilmek için gerçeğin hareket halindeki sürekliliğine yönelik katılaştırma ve bölme çalışmasını ifade ederler." MM 0345, s: 211
Nietzsche bellek ile acıyı ilişkilendirir.

"Kim insan denilen hayvan için bir belek yaratır? Bu biraz körelmiş, biraz da abuk sabuk, bir anlık anlama yetisinde, bu etli kemikli unutkanlıkta, orada kalması için nasıl iz bırakır? Bellekte kalan şeyi yakmalı: Ancak acı veren kalır bellekte - işte budur, yeryüzündeki en eski ( ne yazık ki, aynı zamanda en uzun süren) psikolojinin temel tezi... kansız, işkencesiz, kurbansız yapamaz."

kaynak: Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü, s: 59-60 çev: Ahmet İnam, Yorum yayınları, istanbul, 2001
"Kendinizi Tanrı'yla bir tutmadıkça Tanrı'yı anlayamazsınız: çünkü benzer yalnızca benzeri tarafından kavranabilir. Kendinizi bedenden özgürce koparmak yoluyla, ölçülemez bir büyüklüğe erişin; kendinizi zamanın üstüne çıkarın, sonsuzluk olun; o zaman Tanrıyı anlarsınız. Sizin için hiçbirşeyin imkansız olmadığına inanın, ölümsüz olduğunuzu ve herşeyi, bütün sanatları, bütün bilimleri, her canlı varlığınddoğasını anlayabileceğinizi düşünün.En yüksekten daha yükseğe çıkın; en dipteki derinlikten daha derine inin. Her yerde, karada, denizde, gökte olduğunuzu, henüz doğmamış olduğunuzu, ana karnında, genç yaşlı, ölü, ölüm ötesinde olduğunuzu hayal ederek, yaratılmış her şeyin, ateşin ve suyun, kurunun ve ıslaklığın duyarlılığına girin. Her şeyi, zamanları, yerleri, maddeleri, nitelikleri düşüncenizde aynı zamanda kucaklarsanız, Tanrıyı anlayabilirsiniz.
Yates, 1991, s:32 alıntının kaynağı: Corpus Hermeticum
aktaran: cogito sayı 50 s:39, Giordo Bruno: Paris'e ilk geliş/Frances A. Yates ceviren: Mehmet H. Doğan
E.Loftus :" belleğe iki tür bilgi girer. Biri olgunun algılanması, öteki olgudan sonraki veriler. Zaman içinde bu iki tür bilgi iç içe geçerek tek bir anıya dönüşür, yani kaynağını yitirir. Bir anının kaynağını yitirmemizden ötürü başkasının anılarını sahiplenmemiz, asla olmamış şeyleri yaşanmış varsaymamız, hayal edilenleri gerçekle karıştırmamız olası görünüyor."

J.Robinson "geçmiş hareket halindeki bir hedeftir. Kimi zaman şansımız yaver gider ve hedefi vururuz,çoğu zamansa ıskalarız, ama vurduğumuz yanılsamasına kapılırız"

Ulric Neisser, sadece küçük anı parçalarının bellekte saklı olduğunu öne sürmüş. Bu parçalar geçmişi yeniden kurmak için bir temel oluşturur. Bir paleontolog gibi bizde "birkaç kemik yongasından, bir dinozoru hatırlarız". Geçmişte başımdan geçen herşeyin benim denetimim dışında şekillendiğini, belleğin kimi deneyimleri tutup kimi deneyimleri savarak ve duyum, duygu ve anlam içeriğine göre düzenleyerek çok öznel bir doku oluşturduğunu söyleyebiliriz. (Münir Göle)
Bugünkü kimliğimle geçmişe dönüp bakarken, şimdiki konumuma parazit yapmayacak deneyimlerin arayışındayımdır. Bellekte bunun tersi kayıtlara rastlamam halinde, şimdi'deki gerçeğime uydurabilmek için bazı değişikliklere yönelmem doğaldır. Bir zamanlar büyük değer taşıyan bir olgunun anlamını yitirmesi, ya da sıardan bir başka olgunun hayati önem kazanması böylesi bir düzenlemeye çanak açabilir. İnsanlar değiştikçe, dünyaya bakışları da değişebilir, bu da geçmişe bakışlarını değişikliğe uğratabilir.
"Hatırlama, bir yeniden tanımlama sürecidir., geçmiş yeniden yapılır, bellek geçmişi icat etmenin bir yoludur," diyor A. Phillips Freud u yorumlarken. syf27


Cogito: Bellek: öncesiz, sonrasız 50. sayı 2007
makale: Doğru olmadığını biliyorum ama öyle hatırlıyorum/Münir Göle,

22 Ara 2010

asılı durdum bir an.





Her şey bilinçle kendimize bakmamızla ilgili sanırım. O bilinç ki bizi bizden etti, bizi her şeyden etti. Ama aynı bilinç aynı zamanda akıl oyunlarını keşfetti, doğayı keşfetti, keşfettiklerimizle aramızdaki boşluğu hava ile doldurdu. Hem daha özgürüz şimdi, hem hapsolduk bir aralığa.
-/-/-/ is easy diyor şarkı,daldım şimdi bu aralığa, asılı kaldım şarkıda, karşımda yanıp sönen şu ışıklarda, henüz kurumamış saçlarımda, metal masamın soğukluğunda, duvarda asılı kardeşlerimin resminde, kalörifere uzattığım ayağımın uyuşukluğunda, soğuduğu için artık sünmeyen peynirin ısırığında.okusam dediğim ama şimdi olmaz olan kiitaplarda, sıvası dökülmüş duvarın pahalı perdemi kirletme ihtimalinde, unuttuğum çiçeklerimin susuzluğunda, blogumu okuyup okumadığını merak ettiğim eski sevgilide, melankoli iyi bir şey! diyen arkadaşımda, tuzluğun içinde tuzlarla ama tuzlardan daha sarımtırak pirinç tanelerinde, yazının başını unutuşumda, ağzımdaki acılıkta, dökülen saçlarımdan yaptığım topakta, aslında bu metnin yazılış amacında, dün gece gördüğüm rüyayı yalan yanlış hatırlayışımda, bu şarkıları reklam dinlemeden, dinleme ihtimalinde, elim mouse pap'a değdiği için yanlış yerlere sıçrayan harflere, bir anda canımın çektiği kızarmış patateste, iyi bir şey değil yerine iyi bir şey yazdığımı farkedişimde, bu farkedişe doğa üstü anlamlar yükleyişime, parmaklarımla tuttuğum temponun klavyedeki pıt pıt sesinde, mutfaktan gelen kombinin ateşlenme sesinde, iki şarkı arasındaki sessizlikte te te te

19 Ara 2010

"Somutun gerçek karşıtı soyut değildir, belirsizdir. Belirsizlik düşünme anıdır. Amacım zamanın masal gibi bir kavranışına varmaktır." sf: 24

22 Kas 2010

boşver demeli, senden kıymetli mi?
ben ne kadar kıymetliyim peki? kim soylicek

3 Eki 2010

sezgisel sosyoloji

" Anlakla veya zekayla değil, beyinlerin birleşmesinden oluşan bir ortak üretim içinde sezgiyle yapılan bir sosyoloji, bir tür sanat olarak gözükmeydi. "

"Sosyoloji bir toplumlar meselesi olmaktan çıkıp sanatsal bir mesele haline dönüşmeye başladıkça, tekil bireylerin kollektif çokluklarının tıpkı sanatçılarda olduğu gibi çalışacağını öne sürdüm. Yani sanatçı nasıl bir çokluksa, sosyoloji de öyle tekil bir çokluktu ve bireyin çokluğuyla ilgilenmeliydi: bunun içindesezgisel sosyoloji kavramını kullanmaya başladım."

syf: 12

29 Eyl 2010

" mapping as a collective enabling enterprise project that both reveals and realizes hidden potentials."

28 May 2010

kent ve spekülasyon-doğa?

Spekülasyonların yoğunlaşıp kenti oluşturuyor olduğu fikri hoşuma gitti. Bunların sonucu ise kent aslındasadece bir imge. tekrar tekrar üretilen. Kentin doğadan nerde ayrıldığı konusunda zihnim aydınlandı. Doğada spekülasyon yok. yaşamsal irade var. yaşamsal irade zihnin ürettiği iradeden farklı belki. spekülasyon zihnin ürettiği bir irade beiçimi. Bu noktada kent farklı bir doğa. kentte bir doğallık aramak saçma. kendiliğindenlik değil, kentte gerçekleşen akli bir irade. Doğa farkları nitelikse burdaki doğa, doğal olan tanımı ne?
Delireus New York'un bitişine bak!!

17 May 2010

Doğa hakkında konuşmak

Doğa hakkında konuşmak , kendi kendine dokunmaktaki paradoxu içerir kanımca.
Birisi benim elime dokunduğunda, ya da ben birisine dokunduğumdaki yaşanan deneyim
ile kendi kendime dokunduğum zamam ki deneyim nitelik olarak farklıdır.
Doğa hakkında konuşamam çünkü, onu karşıma alıp ona karşı bir pozisyon oluşturamam.
Yani ben ve doğa bir uzamsal düzlemde karşılaşamayız. Deneyimsel bir alanda karşılaşabilirz ancak.

10 May 2010

Baykal-kal-kalma-kal-kalma

ve beklenen an Baykal istifa!
böyle mi olmalıydı diyor insan,
ve anlıyor insan, en gerçek olan sokak,
her yerde sokağın kuralları geçerli.
Birisi annene küfür ederse, sen de küfredersin
ya da arkanı donup gidersin, daha sonra daha
acıtıcı sözleri bulmak için zaman kazanırsın.
Birini yanlışlıkla bile çıplak görürsen, bir daha
yüzüne bakamazsın kolayca.
Ne kadar özgürüz gerçekte, şüpheli.
Biri bizi çıplak görene kadar özgürlük, irade o ana kadar.
Herşey giyindiğim giysinin şeffaflık derecesi
kadar hassas. Hayatın her alanında buna şahit
olmak hala beni şaşırtıyor. Artık şaşırmayı kesmeli...

8 May 2010

hem/hem değil ya / ya da

Herhangi bir sabitlenme (bir şeyi yapma) kendi otoritesini içerir, çünkü ne kadar oyuncu bir ruhla kurgulanırsa kurgulansın, herhangi bir tasarımı somutlaştırmak demek, bazen geçici bir süre için, bazen de görece kalıcı nitelikli olarak, başka tasarımların somutlaşma olanağının önünü kapamak demektir. Bu tür tercihlerden kaçamayız. Diyalektik "ya/ ya da" dır, "hem/hem" değil.s: 241

uzamsal ütopyalar, kapalılık meselesi...

uzamsal biçim ve zamansal süreç ütopyacılıkları,
belli toplumsal ve ahlaki hedeflere ulaşmayı sağlayacak yaratıcı uzamsal oyun fikri, uzamsal biçimlere içkin olanaklarla girişilecek açık uçlu bir deney potansiyeline dönüştürülebilir (farklı kollektif yaşam, toplumsal cinsiyet, üretim-tüketim biçimleri ) keşfine olanak tanır.
Lefebvre(1991)uzam üretimi anlayışını böyle geliştirmişti örneğin. Bu anlayışı, alternatif ve bağımsızlaştırıcı stratejileri keşfetmenin ayrıcalıklı bir aracı olarak görmüştü. Fakat Lefebvre, geleneksel uzamsal biçim ütopyacılığına, tam da içe kapalı otoriterlikleri yüzünden, kararlılıkla karşı çıkar. Kartezyen anlayışı; mutlak uzam anlayışlarından türeyen siyasal mutlakiyeti; rasyonel, bürokratik, teknokratik ve kapitalist uzam tanımlarının dünya üzerinde yarattığı baskıları çok sert bir dille eleştirir. Onun açısından uzamın üretimi, sonsuza dek açık bırakılması gereken bir olasılıktır. Bunun etkisi ise, ne yazık ki, herhangi bir alternatifin gerçek mekanını tanımsız kılan bir düş kırıklığıdır. ..Temeldeki sorunla yüzleşmekten kaçınır. O da şudur: bir uzamı somutluğa kavuşturmak demek, geçici bir süre dahi olsa, otoriter bir edim olan kapanmayı göze almak demektir. Her ne kadar kapanmanın zorunlu sonucu olarak hayal kırıklığı yaşanacaksa da, gerçekleşmiş tüm ütopyaların tarihi, kapanmanın temel ve kaçınılmaz bir mesele olduğunu gösterir.
Dolayısıyla eğer alternatifler gerçek kılınacaksa, kapanma sorunundan( ve bunun varsaydı otoriteden)sürekli kaçmak mümkün değildir. Tersi, karşılık bulmamış özlem ve arzunun mücadeleci romantikliğinde sonsuza dek sürüklenmek olur.(s: 225)

27 Nis 2010

Hesaplanmamış düzensizlik üzerine

Peki Düzen tam olarak ne ordan düşünmeye başlayalım. İçinde bulunulan durumun bütünsel ele alınışı ise, eğrisiyle büyrüsüyle bütünün kendisiyse düzen ve kaosu içeriyorsa, kendi bütünselliğinde barındırdığı farklılaşmaları tölere edebilen bir kabiliyet içinde barındırıyorsa. TÜM virtüeller olabilir. yada duree nin kendisi. Bu düzenin hesaplanması yada hesaplanmaması die birşey yok gibi. Bir parçası tüme referans vermeyebilir. heterojendir.

Düzen kurgusal bir durumsa eğer. Düzenlemekse, virtüellerden birini seçip aktüel hale getirdiğimiz ve karşısına geçip en mükemmeli bu dediğimiz bir durumsa, o zaman hesaplanmamışlık olamaz. Mimar hep düzenleme arzusu güden biri midir? Daha önce yolunda olmayan, yoldan çıkmış bir durum mu düzene, hizaya sokuluyor ve hesaplanabilir hale geliyor. Düzen hesaplanabilirlik mi?(niceliksel), bir sonraki adımı tahmin edebildiğimiz bir durum mu? Tasarım bir seçimde bulunmak ve tabiki bir hesapta bulunmak aynı zamanda. bunu hesaplamamış gibi yapmak ya da hesaplayamayacağımız çokluktaki virtüellerden sadece birini değilde birkaç olasılığı barındıran bir seçim yaptığımızda hesapsızlık sandığımız şey mi? bir şeyi seçiyor ve yapıyor olmak geride bırakılan milyonlarca ihtimalin acısını barındırır herzaman. birkaç seçenek barındırabilmeyi gerçekleştirmek küçük kısa bir tatmin yaratıyor olsa gerek.

19 Nis 2010

Emek sineması da...

Emek sineması kısacık İstanbul hayatımın en önemli parçasını oluşturuyordu. Ne çabuk yok oluyor her şey. İçime işlemiş şarkıları da silecekler hafızamdan yakında korkuyorum. Bırakmak istemiyorum onları, hatırlatsınlar bana bir şeyler olmaz mı? Bu geri kafalılık mı, yenilerde gelsin üst üste, karışsın bulaşsın. Ama kazımasınlar hiçbir şeyi yerinden. İzi bile kalmıyor, hiçbir güzel anıyı hatırlatmıyor.

29 Mar 2010

" Bütün ütopik projeksiyonlarda, ister istemez, 'top-yekün' politika ve 'top-yekun' tasarımdan bir şeyler vardır. Ütopya hiçbir zaman seçenek tanımamıştır. Thomas Moore'un Utopiasında yaşayanların 'mutlu olmamaları' imkansızdı, çünkü iyi olmaktan başka başka seçimleri yoktu. Ve ister lugat ister mecazi anlamdaki bütün ideal toplum fantazilerinde bu, hiç seçeneksiz iyilik içinde yaşama ideali var varolagelmiştir." (Colin Rowe ve Fred Koetter) alıntı: Sibel Dostoğlu, Colin Rowe ve bir Uzlaştırma Kuramı, Modern Mimarlığın Ötesi, s:9)

10 Mar 2010

Politics of Interwar Modernism and Turkey_4Mart 2010

İlerlemeci bir söyleme sahip modern hareket, modern olmanın bir koşulu olarak geçmişden kopmayı önerirken, aynı zamanda modern olanı ulusallaştırmaya çalışmakta. Yeni olanın yerel hale gelmesi, dışardan ihraç edimiş olmaması en önemli kaygılardan biri. Bu duruma Faşist İtalya ve Kemalist türkiye yi örnek verebiliriz.

5 Mar 2010

bir yuvaş manifesto

hiçbirşeyin yetişmemesi garip bir oyun gibi. Ne oyunu sonuca hiç varamayan kaplumbağa hikayesi. koşarız koşarız ve yakalayamayız. Ateşli gecelerin kabuslarından. Dünyada böyle ateşli bir hastalığa yakalandı. Uyanamıyoruzda artık. Uykuda olduğumuzu da çoktan unuttuk. Uyanmak için uykuda olduğumuzun farkındalığı gerek önce. Sonra biraz yavaşlık.....yavaş...
yavaş...yavaş...daha önce görmediklerimiz görünür olur birden. Gördüğümüzü sandıklarımız silinir. Varılacak bir nokta yoktur artık okun ucu ile koştuğuğumuz.
Sıvıdır herşey bulaşır. Bulaştıkça farklı bir ölçekten görünür olan gerçek olur. Ok içine döner. içinde oyalanır. heryer iç olur. dışımızı içimize almanın tek yoludur yavaşlamak.

uyanılanda yeni bir uykudur aslında... Ama beden izleyici değil, uyku zihinde izlenen değil.
bu uyku hayatın başka ihtimallerine ışınlanmak.

15 Şub 2010

merkezden kaçmak

merkezkaç oluşturan mimarlık...anahtar kelime olabilir mi?
Pür yavaş bir dünyada kaçtığımız merkezler, savrulmalar değil,
iç içe geçmeler, bulaşmalar sürtünmeler olabilir.
Belki yine var ama üzerimizdeki etkileri, dönüşümleri
yok. Birşeylere dokunuyorum, b,irşeyler bana dokunuyor,
ama beni değiştirmiyor, değişmek o kadar benim iradem dışındaki
değişimi idrak için vakit yok.

2 Şub 2010

rüyalar ve uyanık olmak

Cemal Kafadar / Kim var imiş biz burada yoğ iken
Dört Osmanlı: Yeniçeri, Tüccar, Derviş ve Hatun
“Mütereddit Bir Mutasavvıf: Üsküplü Asiye Hatun’un Rüya Defteri 1641-1643” makalesi üzerine bir deneme


İnsanlık tarihi, tümüyle insanoğlunun uyanık hallerindeki eylemleri olarak anlatılır. “Uyanık olmak” ifadesinin günümüzde taşıdığı anlam ile birlikte düşünecek olursak; modern insanın zorunlu vasfı olarak “uyanık olmak” dünyada olup bitenlerden haberdar olmak, bilinçli bir şekilde yaşama devam ediyor olmaktır. Bu modern anlamını da özünde tarih sahnesinde yer almak olarak yorumlayabiliriz.
Oysa bir insanın ömrü düşünüldüğünde, uyanık olmayan halleri ömür içinde uyanık olunan haller kadar yer kaplamaktadır. Ayrıca uykuda olduğumuz zamanlarda, birçok süreç devam etmektedir. Dünya durmaz, kendimizde ve çevremizde olmakta olan durumlar farklı bir fazda da olsa süregiderler. Bu bakış açısını kabul etmek, tarihi yaşayışımızı, ömür diye kendimize ölçü olarak koyduğumuz zaman dilimini yeniden ele almamızı gerekli kılar. Bu farklı bir anlamda tarihimizi ve tarih yazımını da yeniden ele almamızı gerekli kılar.
Cemal Kafadar’ın Üsküplü Asiye Hatun’un rüya defterlerini ele aldığı makalesi bu anlamda süregiden tarihçilik tartışmaları içinde, rüyaları malzeme olarak kabul etmesi açısından önemlidir. Henüz tam olarak farklı sosyal sınıfları, farklı cinsleri bile baskın karakterlerin tarihi içinde yer alamazken, insanın tarih sahnesindeki görünür varlığı dışında, farklı bir fazdaki varlığının ifadesi sayılabilecek rüyaların tarihsel bakış açısı içinde ele alınması önemli bir denemedir.
Yazar, makalesine Peter Brown’dan yaptığı bir alıntı ile başlar. Bu alıntı; tarihçilere bir hatırlatmada bulunur.
“Tarihçi, ele aldığı kişilerin zamanlarının büyük kısmını uyuyarak geçirdiklerini, uyurken de rüya gördüklerini gözden kaçırma tehlikesi altındadır”.
Yazar bu hatırlatma doğrultusunda olsa gerek, arşiv çalışması sırasında, birçok tarihçi tarafından önemsiz kabul edilebilecek bir belgeyi kendine malzeme olarak seçer. 17 yy Osmanlısında yaşamış bir kadın olan Asiye Hatun’un rüyalarının yazılı olduğu belgeler yazarın sorduğu yeni tür sorular ile tarihsel belge niteliği kazanmaktadır.
Bu bakış açısı ile yazar, bazı konulardaki bilgisizliğimizin temel sebebini kaynaksızlıktan önce o konulara yönelik sorularımızın olmayışına bağlar. Yeni tür soruların, yeni tür kaynakların keşfine ve bilinenlerinde yeniden değerlendirilmesine yol açacağına dikkat çeker. Asiye Hatun’un rüya defterlerine tarihsel bir belge niteliği kazandıran da yazarın sorduğu farklı tür sorulardır.
Asiye Hatun’un rüya defteri, kendisi ile farklı şehirde oturan Şeyhine yazılmaktadır. Birer kopyalarını da kendisine saklamıştır. Yazarın incelediği bu belgeleri, rüyaların yazılı olduğu mektupların kopyalarından oluşmaktadır. Mektup aracılığı ile Şeyh’e ulaştırılan rüyalar, Şeyh tarafından yorumlanarak Asiye Hatun’a geri gönderilir. Bu şekilde, Asiye Hatun tasavvuf yolunda kendine yön vermektedir.
Yazarın, Asiye Hatun’un rüya defterine tarihsel nitelik kazandıran farklı tür sorularından biri, özellikle Osmanlı toplum tarihindeki rolleri açısından çok az tanıdığımız kadınların dünyasına yönelik sorduğu sorulardır. Asiye Hatun gibi tarihe yön verme iddiasında olmayan birinin, kendisi ve çevresi ile ilişkilendirilebilecek rüyaları, zamanının koşulları içinde kadınların dünyası ile ilgili ipuçları taşımaktadır.
Yazarın bakış açısına göre; Asiye Hatun’un yazdıkları kendini sorgulayan bir içe bakış, itiraflar ve suçluluk duygusu içermektedir. Bu durumun Asiye Hatun’un çağdaşı erkeklerin yazdıklarından farklı olduğu , temel farklılığın ise bu kırılganlıklar olduğu düşünülmektedir. Yazılan rüyalardaki kırılganlığın sebebinin, Asiye Hatun’un kadın oluşu ile ilgili olup olmayacağını sorgulamaktadır.
Yazar, saptadığı bu farkın, Asiye Hatun’un kadın ya da erkek oluşu ekseninde açıklamanın acelecilik olacağının bilincinde olarak, kadın elinden çıktığını bildiği tek hatıra metninin bu özelliğine özellikle dikkat çekmektedir. Asiye Hatun üzerinden bazı genellemeler yapmak için eksik bilgi olduğunu açıktır. Asiye Hatun’nun yaşadığı dönem içinde ne kadar tipik olduğu, çevresinin onu nasıl gördüğü bilinmemektedir. Burada ki asıl amaç, Asiye Hatun’un rüyaları üzerinden psikolojik analizini yapmak değil, bunun cinsiyetlerin toplumdaki değişik konum, rol ve güçleriyle ilişkili olabileceğini düşündürmektir.
“ Kadınların tarihi, önceleri siyasal yanı ağır basan geçici bir moda olarak görüldüyse de, giderek usta tarihçilerin elinde, bir cinsin tarihini yazmaktan çok tarihi cinsiyetlendirme(“gendering”) programının çerçevesine oturtuldu. Kimi tarihçi düpedüz bu konu üstünde çalışıyor, yani cinsler arası ilişkilerin, iş bölümünün, katmanlaşmanın çeşitli toplumlarda ve zaman dilimlerinde nasıl biçimlendiği ve değiştiği konularını inceliyor.”
Bu bakış açısı çoğunlukla asıl tarihe ek olarak düşünülen ya da tarihe bir cinsiyet atfederek ele alınan kadınlarla ilgili konuları toplumdaki katmanlar arası ilişkiler üzerinden çok boyutlu ele alma gayreti içermektedir. Bu nedenle Asiye Hatun’un yazdıklarındaki tereddüt bireysel bir iç bakış geliştirilmesi ve bunun dışa vurumu açısından önemli gözükse de, rüyalarda geçen kadın şeyhlerle ilgili saptamalar, Asiye Hatun’un Şeyhi ile olan çekinme ve arzulama çelişkisi içindeki ilişkisi, evlilik ile ilgili rüyalarındaki imgeler daha genellenemez ve çok katmanlı saptamalar içerir. Bu anlamda rüyalar birey olarak Asiye Hatun’u iç dünyası ile tarihsel bir kimlik olarak tasvir ederken, çevresinde olup bitenler hakkındaki fikirleri, rüyalarının yorumu üzerinden geliştirdiği düşünceler içinde bulunduğu zaman içinde ortaya çıkan kültürel değişikliklere değinmektedir. Bunların toplamı Asiye Hatun’un kadın oluşundan dolayı farklı bir açılıma sebep olurken, diğer tüm saptmalarla birlikte kadın olması parametrelerden sadece birisidir.
Yazarın rüya defterlerini ele alışındaki bir başka önemli soru rüyaların yorumlanışı ile ilgilidir. Tasavvuf hayatında oynadığı rolden öte, ‘rüya tabiri’, kültürel bir olgu olarak da önemlidir. Bazı kültürlerde, doğru yorumlandığı takdirde rüyaların, objektif olarak varlığından şüphe edilmeyen bir öte dünyadan haberler getirdiği kabul edilir. İslam inancında rüyalar ya Allahtan ya Şeytan’dan gelir. Kötü rüyalar dile gelmez. Benzer inanışları olan çeşitli kültürlerde rüya, vahiy ve keşif kadar önemli olmasa bile, onlar gibi görünürün ötesindeki objektif gerçekliği bilip anlamanın yöntemlerinden biridir. Bir tür bilgi edinme yoldur.
Görünür olanın ötesinde bir dünyanın varlığına inanmanın pozitif değerlere inanan, modern insanın pozitif bakışına yabancılığı açıktır. Daha ilginç olanı, görünmeyen şeyler üzerinden kurulan ilişkilerdir. Bu ilişki türü o dönem insanı ile günümüzün modern insanı arasında yapılabilecek karşılaştırmada önemli ipuçları vermektedir. Aslında hiçbir nesnesi olmayan rüyalar aracılığı ile farklı şehirdeki bir başka insan ile iletişim kurulmaktadır. Rüyaların görünür nesnelerinin olmayışı modern insanın nesne üzerinden geliştirdiği standartlarla ele alınamaz. Böyle bir durumda, günümüz insanı gördüğü rüyayı bir başkasına kendi gördüğü biçimde gösteremediği için huzursuz olacaktır. Kendi gördüğü rüyayı tam olarak nesneleştiremediği için karşı tarafın da aynı şekilde gördüğü yanılsamasını yaratamayacaktır. Bu anlamda, Asiye Hatun’un ise Şeyh’i ile kurduğu bu ilişki türü modern insan için önemli bir sorudur.
“ Rüya uçucu bir kuşun ayağı üzerindedir, tabir olunmadıkça onun için istikrar ve karar yoktur. Artık rüyanın mantığı yorumlandığı haliyle işlerlik kazanır ve düşü nesnel bir dünyada yatsa bile bu, öznenin rolünü yadsımaz.; bilakis, bütün idealist düşünce sistemlerinde olduğu gibi, ancak bir özne tarafından algılandığında ve anlamlandırıldığında gerçeklik kazanır. Aynı rüya değişik kişilerce görüldüğünde değişik anlamlar kazanır.”
Asiye Hatun rüyalarını aynı kendi gördüğü biçimiyle Şeyh’ine aktarma kaygısı içinde değildir. Hatta bunlar muhtemelen elden geçmiş rüya anlatımlarıdır. Kendi rüyalarını Şeyh’ine yazarken dönüştürür, Şeyh’inin yorumlayarak dönüştürmesine izin verir ve bu yorumlar üzerinden kendi hayatını sorgulayarak tekrar dönüştürür. Bu değişim dönüşüm zinciri, kendine içsel ve birbaşkasının gözü ile bakış olarak yorumlanabilir.
Nesne odaklı özellikle Batı tipi modern düşünce ise rüyaları, rüyayı gören kişinin kontrol edilemeyen “ruh dünyası” tanımı içinde sınırlamıştır. İnsanın sistematize edilemeyen, nesne üzerinden ifade edilemeyen tüm durumları ruhsal olarak ifade edilerek bedenden tanım olarak ayrılmıştır.
Bu ikilik içinde rüyaların yeri ruhsal olana aittir ve içerikleri de uzmanlık alanı olarak psikologların alanında tutulmaktadır. Rüyaların içerikleri de gören kişinin kendi dünyası ile sınırlı düşünülür.
Günümüzde çokça eleştiri konusu olan, Freud’un rüya yorumları bu anlamda bir örnek oluşturur. Freud ruhsal tüm durumları nesnel hayatın nedenselliklerine bağladığı gibi, rüyaların içeriklerini de nesneler ve nedensellikler üzerinden yorumlar. Oysa yazarın da sıkça dile getirdiği gibi, rüyaların içerikleri tarih içinde oluşan kültürel yapılar çerçevesinde biçimlenir. Sadece gören kişinin kendi dünyası ile sınırlı değildir. Görenin kimliğine, görülenin bağlamına ve yorumlanışına göre parametreleri arttırdığımızda, tarihçilerin ilgilendiği birçok sosyal ve kültürel meseleye ışık tutabilir.
“ Her toplumda rüyaların yorumlanması/çözümlenmesi belirli metafizik ve epistemolojik inanışlara göre biçimlenir.”
İlginç ayrıntılardan birisi de Rüya sözcüğünün Arapça “görmek” kelimesindenten türemesidir. Rüyaların anlamı ve ele alınışı ile ilgili yaptığımız tüm açılımlar aslında “görme” biçimlerimiz üzerinden, görmekten ne anladığımız, neyi görünür kabul ettiğimizin açılımıdır. Bu kabuller yaşadığımız zamanın kültürel yapısının temelini oluşturur.
Uyku ile uyanıklığın sınırları bile farklı toplumlarda farklı çiziliyor olabilir. Örneğin Asiye Hatun’un birçok rüyası bizim düşündüğümüz klasik anlamda uyku esnasında görülmez. Bazıları akşam namazını kılarken kalp gözü ile gördüğünü ifade etttiği biçimde görünür. Yazarın ifadesi ile o dönem için bu normal karşılanan bir durumdur. Bu anlamda, rüyaların bir toplumda nasıl ele alındığı, o toplumdaki kültürel yapılara referans verirken, aynı zamanda o toplumdaki beden,ruh,zihin tanımı üzerinde hatta tıp gelenekleri üzerine de ipuçları verebilir. Böyle ele alındığında rüyalar tarihsel malzeme olabilmenin de sınırlarını aşabilir.
Biz uykuda iken de hayatın akıp gittigini kabul etmek ilk başta metafizik bir bakış gibi gözükse de, aslında hayatı fizik, metafizik olarak ikiye ya da farklı pekçok kategoriye ayırmadan ele alan bir bakış geliştirmek olarak düşünülmelidir. Deneyimsel tüm süreçler bütün olarak ele alındığında, uyanık olma durumumuz ile uykuda olma durumumuzu ele alışımızda bir derece farkı oluşmaz. Biri diğerinden daha önemli ya da önemsiz olmaz. Bu ele alışı genişletirsek, kadın olmamız ya da erkek olmamız aynı derecede önemli ve değerli bir durum haline gelir, ya da dünyanın burasında olmak ile orada olmak aynı derecede merak konusu olur.
Yaşanan farklı deneyimleri nesneler üzerinden değil, hayatın sürekliliğinde kendimizde ve dış dünyamızda olan tüm süreçlerle birlikte ele almak; hangi konu hangi uzmanlık alanına girer? tartışmasını gereksiz kılar. Bu bakış açısıyla, farklı deneyimleri farklı uzmanlık alanlarına sınırlandıramayız. Rüyalar tarihsel bir malzeme olabildiği gibi, edebiyatın, tıbbın, sosyolojinin...vb gibi birçok alanın da konusu olabilirler.

4 Oca 2010

Ben de zaman istiyorum herşey için. Şu an söyleyecek sözüm yoksa susmak istiyorum.
Alanım hic bir yer degilken biryerde duruyormus gibi yapmak neden ki??
Döngüsel bir zamandan çizgisele dönüştük peki ne oldu...
Bu ilerliyoruz, ilerlemeliyiz yanılgısı herkesi benim kadar yoruyor mu acaba?