İlk gece ve bırakılanlar yine!
belki de hakikat, nedenleri olan, ama bu nedenleri göstermek istemeyen bir kadındır? Nietzsche Wagner'e Karşı s: 46
Tüketmek Zorunda Olduğum Enerji Fazlalığı İşlemek İstediğim Günahlar Kısaca deryada deryalıklar!
23 Ara 2011
19 Ara 2011
7 Ara 2011
Buster Keaton- The Scarecrow 1920
http://www.youtube.com/watch?v=NSOTeYjBwWM
13 Kas 2011
12 Kas 2011
If one has a passion for the absolute that cannot be healed, there is no other way out than to constantly contradict oneself and to reconcile opposite extremes. Frederic Schlegel
Etiketler:
Absolute,
Mekan(Space)/Zaman(Time),
Schlegel F.
10 Kas 2011
Transgression opens the door into what lies beyond the limits usually observed, but it maintains these limits just the same. Transgression is complementary to the profane world, exceeding its limits but not destroying it. Georges Bataille, Eroticism
9 Kas 2011
Alaturka bir şarkıda amaaaaaaan! diye bağırmak...
diye başlar gün sonra
bitmedi, bitmez hiç ironi bu ülkede
bayramda bayram isimli hotel çöker depremle
hem de deprem üstüne depremle
geliyorum diye diye
Nuri Bilge boşuna koymaz kavunları ölüyle bagaja yanyana
yine ölür birileri, biz dizi izleriz...
diye başlar gün sonra
bitmedi, bitmez hiç ironi bu ülkede
bayramda bayram isimli hotel çöker depremle
hem de deprem üstüne depremle
geliyorum diye diye
Nuri Bilge boşuna koymaz kavunları ölüyle bagaja yanyana
yine ölür birileri, biz dizi izleriz...
8 Kas 2011
3 Kas 2011
miş gibi...
şiirleri bile klavye de yazıyorsak
tırnaklarımız yeşil boyalı ise ve tek hissettiğimiz doğa buysa
bilgisayarımızı, uyumadan hemen once kahvaltı sehpası ile kucağımıza alıp ısınıyorsak
kitaplar rafları yamultmuş ve biz onların ağırlığından kaçıyorsak
sadece kedi gibi varolabilmek istiyorsak
kuyrukla tamamlanan bir c gibi yatmak istiyorsak sadece
lanet mi olsun bize?
insan bile değil miyiz biz şimdi!
kalp böyle atıyorken ve hala ağlıyorken kendi zavallı aşklarımıza
gidelim sadece gidelim
gidersek belki gerekmez söz, susarız
arada durup tüylerimizi yalarız.
24 Eki 2011
Sanatı Anlamak! Sanatı Avlamak!
1/10/2011 / skopbülten
URL: https://www.e-skop.com/print.aspx?PageID=394
Bugünün sanatında dil, örgütlediği anlamlarla sanatın deneyimselliğinin önüne geçmeye başladı. Sanat üstüne yazılanların pek çoğu, anlama çabaları olarak gözükseler de, oluşturdukları yeni yeni anlamlarla sanatsal olanın deneyiminde aşılması güç bir koşullanmaya ve kısır döngüye neden olmaktalar. Modernliğe özgü “aklın yolu birdir” ilkesine karşılık, akıl yerine dilin egemen olduğu postmodern hakikat rejiminde anlamlar olabildiğince çoğaltılmakta. Akılla ve akıl yoluyla kurulan sistemlerle, anlamlarla savaşarak kendi özerkliğini kazanan ‘sanat’, farkında olmadan ‘dil’ aracılığı ile özerk varlığını yitirmekte.
‘Sanat’ ile ‘dil’ in karşı karşıya geldiği bu durum, yeni bir savaş niteliğinde. Acaba sanat, hayatı anlamlandırmakta mı, yoksa varolan anlam sistemlerini bozmakta mı? İşte bu noktada anlamak kelimesi ile avlamak kelimesinin kökensel ortaklıkları bize bazı ipuçları veriyor.[1]
Anlamak, bir bakıma, belirsiz, tanımsız ve dolayısıyla bizim için tehlikeli olabilecek durumları etkisiz hale getirmek, koşulları kontrol altına almak, yani avlamak ve ele geçirmek demektir. O nedenle dil, yarattığı soyutlamalarla bu anlamlandırma ve dolayısıyla avlama işleminin en önemli silahı sayılabilir. “Dil sayesinde, çevremizi kuşatan sayısız duyumun, önyargının, korkuların oluşturduğu kılıftan kendimizi kurtarırız. Adlandırarak, sınıflandırarak, seçim yaparak. Dil, bir şeyi, bir duygulanımı düşünmek ya da tasarlamak için onu deneyimleme, yeniden deneyimleme ya da taklit etme zorunluluğundan bizi kurtararak, bizi duyusal dünyanın dışına çıkarır. Deneyime kısa devre yaptırmak söz konusudur, kavramlar da böyle ortaya çıkmaktadır. Aklın soyutlamayı gerektirdiğine ilişkin önyargı da buradan kaynaklanmaktadır.”[2]
Özellikle akıl aracılığı ile anlamak, anlamlandırmak daha da temsili ve soyut olana bir yürüyüştür. Deneyimleri evrenselleştirmek, belirlemek, adlandırmak amacıyla soyutlayabilmek, duyusal deneyimden bir kez daha geçmemek için bir formül bulmaktır. Deneyimler temsili araçlar aracılığı ile depolanır, bir takım formüller içinde tutulur. İnsan kendisini ve ürettiklerini yaşamın belirsizliğinden ayırarak özneleşirken, yaşamı ve kendisini nesneleştirir. Bu nesnellikler aracılığı ile de kendi varlığını sürekli varsayar.
Fakat çelişkili biçimde kendi sürekliliğimizi, hayatı süreksiz hale getirmeye çalışarak gerçekleştiririz. “Yaşam her zaman yine yaşamın yok edilmesinin bir ürünüdür. Ama buna rağmen yaşam ölümün reddedilmesidir.”[3] Bataille bu çelişkiyi insanın hayvan olmaktan ayrıştığı bilinçli olma anıyla bağlantılı olarak açıklamaktadır. Bu çelişki Bataille’ye göre: “erotizm”dir. “İnsan hayvanlıktan çalışarak, öldüğünü anlayarak ve utançsız cinsellikten erotizmin ortaya çıktığı utançlı cinselliğe geçerek çıkmıştır. Erotizm, ölüme kadar yaşamın olumlanmasıdır.”[4]
Tüm bu akıl oyunları; ister Ussal düşünce, ister Kartezyen düşünce, ister Rasyonel düşünce, ister Modern düşünce olsun; hepsi sonlu bir düzen arayışı peşindedir. Sanatsal deneyim ve eleştiri ise avlayarak, tanımlayarak öldürdüğümüz, sonlu olduğunu varsaydığımız anlamları çürütür, bozar. Böylece kişisel ve deneyimsel olan açığa çıkar ve yaşamın belirsizliği, tanımlanamazlığı dolayısıyla sürekliliği yeniden olumlanır.
Bu tersine hareket deliliğe yakınlıktır, anlamsızlık hakkıdır. Sanatın anlamları çürüten, bozan, tersine hareketi, ona ‘doğa-üstü’ güçler yüklenmesine yol açar. Ancak bu da bir takım çekinceler doğurur. Tarih boyunca sanat ve eleştiriye negatif bir anlam yüklenmesi tesadüf değildir. Bu nedenledir ki, pek çok dönemde sanat kontrol altına alınır, yasaklanır, sansürlenir.
Kant’ın “estetik fikirleri” yaratan yeti olarak tanımladığı “deha”, sanatın doğa-üstü bir güç olarak görülmesine bir örnektir. Kant’a göre: “estetik fikirler, ussal fikirler gibi duyusal deneyimin ötesindeki bir bütünlüğü temsil etmeye çalışır. Fakat ussal fikirlerden farklı olarak, estetik fikirler duyusal form altında tikelleşir ve somutlaşır. Bir estetik fikir kavramlarla kapsanması mümkün olmayan çok kapsamlı bir sezgidir. Tek bir kavrama, tek bir dile indirgenemez çokluktadır.”[5]
Tek bir dile indirgenemezlik, dilin bozunan, anlamla uğraşan hali olarak kabul edebileceğimiz şiir için de söz konusudur. Rimbaud Kahinin Mektubu isimli metninde şairi, bütün duyuları bilinçli olarak ve sonsuzca karıştırarak, onları düzensizleştirerek Kahin’leşen kişi olarak tanımlar.[6]
Sanat ve beraberinde eleştiri kavramının özerk kavramlar olarak tanımlanmaya başlandığı 18.yüzyıl, aynı zamanda akıl ve akıldışının da tanımlanmaya başladığı bir dönemdir. 20.yüzyıl başlarında ise bu tanımlar iyice belirginleşir. Özellikle Henry Bergson’un dureé kavramı, bir nesne karşında özne olma halini saf dışı bırakır; duyusal olanın, akıl dışı olanın tanımlanabilmesi için önemli bir düşünsel altlık ortaya koyar. Dureé kavramı, Kartezyen düşüncenin özne ve nesneyi belli bir pozisyonda birer form (nicelik) olarak karşı karşıya koyduğu ‘uzamsal’ düzlemine alternatif niteliğindedir. “Dureé, uzamsal düzlemin homojen ve eşzamanlı yapısına karşılık içsel bir ardışıklık, örgütlenme, heterojenlik, ve süreklilik olarak tanımlanır; ölçülemez ve bölümlenemez. Bu tam olarak ölümün süreksiz tanımına karşılık, yaşamın kavranamaz sürekliliğinin açılımıdır.”[7] Kant’ın mutlak güzel, doğru ve iyiye ulaşma çabası; ya da bir Romantik olan Fichte’nin önerdiği “düşünseme öncesi bilinçli dolayımsızlık” hâli, Bergson’un bahsettiği bu koşulsuzluğa ve tanımlanamaz olan duyusal deneyime ilişkin arayışlardır. Akıl dışı olanı, koşullanmamış olanı arayışta yeni anlamların tekrar tekrar doğacağı sistemlerin ortaya çıkması elbette yadsınamaz. Sanatın akıl dışı olanın deneyimlenmesindeki rolü de, onun anlamı bozucu etkisinde yatmaktadır.
Tarih boyunca, Mutlak’ı arayan, kavramsal olan özel bir düşünce formu tasarlamanın cazibesine kapılan düşünür ve sanatçılar olduğu gibi, yalnızca belirsizin mutlaklığını ve sabitliğini savunan sanatçı ve düşünürler de olmuştur. Bergson’un dureé tanımında ve Romantik akım içindeki birçok bakış açısında ise varılan bir noktadan değil, hareketin kendisinden yola çıkılır. Bergson dureé nin içindeki görünür olan ve görünmez olan arasındaki devinimde, görünür olanın, bizi yaşadığımız hayatın sadece psikolojik bir deneyim olarak ele almaktan kurtardığını söyler. “Dureé bilince ait olduğu kadar şeylere de ait olarak kavrandığı ölçüde, psikolojik dureé ile karıştırılmayı bırakacak, dureé’nin sınırlarını değiştirecek ve böylece şeylerin de dureé’nin kendisine doğrudan katılımını zorunlu hale getirecektir.”[8]
Romantik akımın önemli temsilcilerinden biri olan Novalis bu çift yönlü hareketi önemseyen sanatçılardandır: “Koşulsuz (şeyleştirilemez, bireyselleştirilemez, avlanamaz) olana ulaşmak için elimizde olmadan çırpınıp dururuz, ama bütün umabileceğimiz, onun koşullandığını keşfetmektir. Koşulsuz olanı (şeyleştirilemez) arıyoruz ama hep şeyleri buluyoruz.”[9]Romantik akımın bir diğer temsilcisi, Schlegel bu çelişkiyi bir ironi olarak kabul eder. “Bir sanat eseri, Mutlak’a bakılan bir perspektif sunarak kendini olumlar. Ama bu perspektifin içerisine, bir perspektif olduğu için kısmi olduğu, başka deyişle bir ‘fragman’ olduğu gerçeğini de nakşeder. O Mutlak’ı ifade etmenin binbir yolundan sadece biridir. Dolayısıyla ironi, insanın kendi perspektifinin salt bir perspektif olduğu konusunda keskin bir bilinci içerir.”[10]
Türkiye’de avlanan sanat
Sanatsal deneyimin anlamlarla olan savaşı, aslında onu içinde bulunduğu zamana ait kılar. Çünkü uğraşılan anlamlar, çağdaş olan sistemlerin ürettiği anlamlarıdır. Şeylerden, anlamlardan bağımsız, tek başına, mutlak bir eleştiri ve sanattan söz edemeyiz. Anlam, bir sistem içinden sökülür. Tek başına sökülen bir anlam ya da anlamsızlık sanatın eleştirel yönünü oluşturamaz. Duchamp’ın ready made pisuarı o dönem içinde sabit kabul edilen anlamları çürüttüğü için sanattır.
Günümüz sanatında ise durum farklıdır. Bozan, çürüten yanı ile sanatın kendisi, giderek dil aracılığı ile anlamlar dünyasına hapsolmaktadır; dolayısıyla da akıllı biçimde avlanmaktadır. Özellikle, gelişen iletişim araçları ile birlikte sadece iletişiyor olmanın kutsanması ve iletişimin her tür deneyimin yerini alması sonucu sanat dilselleşir ve bir iletişim aracı haline dönüşür. İletişim araçları ise günümüzdeki egemen sistemi anlamlandıran, nesnelleştiren ‘piyasa’ya hizmet etmektedir. Böylece sanat piyasalaşarak kendi muğlak deneyiminden uzaklaşır.
Sanatın bir iletişim aracı haline gelişi, simgesel değer taşıması ve bir spekülasyon aracına dönüşmesi, Türkiye’deki sanat ortamında da dünyada olduğu kadar belirgin bir durumdur. Sanat, harekete geçirdiği duygular ve tutkular ile piyasa için anlamlı bir silaha dönüşür. Akbank sanat galerisinin küratörlerinden Ali Akay’ın bazı sözleri, sanatın bu durumunu ve küratörün bu süreçteki rolünü anlamak açısından önemli ipuçları verir:
“İletişim, beyinler arası iletişim ve kooperasyon, reklam, arzu ve inançların kurduğu duygulanımların ekonomisini öne çıkarmakta... Bugün kriz açıklamalarında hala psikolojik etkiler bir tarafa bırakılmış durumda, nicelikler, sadece, parasal rakamlarla açıklanmaya çalışılıyor. Halbuki bir sürü başka değer ekonominin işleyişinde etken ve bunlar hala kaale alınmamış gözüküyor... Dünyanın reaksiyoner bir dünya olmaya başladığı doğru, sanatlarda aynı çizgiyi izlemekte. Kriz ise, kendisini büyük bir kuvvetle hissettiriyor. Tarde’a dönüp bakmanın ve ekonominin kayda almadığı sektörlerin ve tutkusal çıkarların üzerinden düşünmenin zamanı çoktan geçti bile”.[11]
Piyasanın dinamikleri çerçevesinde sanatın anlam kazanmasında, sanatla bir sosyal sorumluluk olarak ilgilenen kurum ve kuruluşlarla birlikte, asıl küratörler öne çıkar. Çünkü başta onlar anlamı belirleyen otoriteler olarak görülür. Onlar sayesinde sanat; sosyoloji, felsefe, siyaset gibi diğer alanlarla ilişkilendirilir. Disiplinlerarası ya da disiplinler üstü bir rol üstlenir, kurumların kurumsal kimliklerinin bir alt başlığı olarak medyada yer alır, spekülasyonlar aracılığı ile sanatçılar etiketlenir ve eserleri değer kazanır.
Bu sistem içinde küratör, üst ve mutlak anlamı kurgulayan kişi rolündedir. Sanatçılar bu üst anlam çerçevesinde seçilir ve sunulur. Biz sanatsal deneyime küratörün oluşturduğu anlamsal kurgudan geçerek dahil oluruz. Sanatçının dilini, ne söylemek istediğini küratör aracılığı ile çözeriz. Örneğin, bir sanatçının müzeyi kavrayışını, direnmeyi nasıl ‘müzeleştirdiğini’, eski ve yeni müzenin ne olduğunu, vb. Ali Akay açıklar bize:
“ Sarkis, bir direnmenin içinden bakarak, bir tür maksimalizm çıkarıyor karşımıza. Bir müze nasıl kurulur sorusunun içindeki enerjiyi bölerek, işleyen yapısı yerine canlılığını koruyarak ilerleyebileceğini, bir müze fikrinin kendisinin artık dondurmaktan, tarihi arşivi göstermekten, eskiyi saklamaktan değil, ısıtmaktan, birbirleriyle sürtünmekten doğan bir hareket edeceğinin ipuçlarını veriyor bize. Adının ne olduğu önemli değil; modern, postmodern, çağdaş veya güncel, direnmenin adı olmadığını ve her şekilde direnmenin esas olduğunu bize gösteren bu sürtünme ve dikiş halinin müze fikrini de bir sergi fikrini de aynı anlamda düşünerek ısıtabileceğini, patlamalar ve canlandırmalar yapabileceğini sunuyor.”[12]
Bu sözlerde, sanatçının zihinsel süreçlerinin yanısıra, sanatsal deneyimin kurgusunun dahi formüle edilebildiğini görmekteyiz. Sanatın tek bir bakış açısını reddeden yapısı, liberal söylem içinde sadece bakış açılarının sayısal olarak çoklanması olarak karşımıza çıkıyor. Bu sayısal çoklamada küratörün oluşturduğu anlamlar etkili tabii. “Sanatçı ile konuşmam sırasında, onunla benim aramda düşünsel bir gel-git oluşmaktadır. Bu gel-git sürekli olarak benim onu kendi düşüncelerime çekme çabasıdır. Yani onu hiç düşünmediği yerlere yöneltmek... Yapılması gerekenin, yalnızca karşılıklı anlamlandırmadan ibaret olduğunu savunuyorum.”[13]
Sanat, yeni anlamları arama serüveninde ona yüklenen anlamlar ile avlanarak etkisiz hale getirilir fakat tam olarak öldürülmez; araçsallaştırılır. Dolayısıyla anlam sökücü ve eleştirel yönünden arındırılır. Anlamsızlığı ararken kendisi anlamlı birşey haline gelmiştir. Chin-tao Wu’nun ifadesiyle, diğer kültür ürünleri ile birlikte çağdaş sanat, şirketler ve yöneticileri için hem maddi hem de simgesel değer taşıyan bir mübadele aracı olarak işlevlendirilmiştir.[14] İronik olarak, günümüzün sorgulanması, eleştirilmesi gereken birincil unsuru olan piyasa,kendisini yeni anlamlarla bozacak olan en önemli düşmanını kendi içinde etkisiz hale getirmiştir.
Karşılıklı anlamlandırmalar, liberal söylem içinde bizi tek anlamın sıkıcılığından kurtarıyor gibi gözükür. Ancak, bu anlamlandırmalar yoluyla görünmeyenin çoklukları, görünür olanın tekilliğinden sadece sayısal nicelikler olarak sökülür. Ve bu da dil aracılığıyla olur. Bu işlem, aslında, perspektifin icadı ile başlayan ‘farklı bakış açıları’ yaklaşımının devamı niteliğindedir. Oysa için esas sorun, tanımlayamadığımız niteliksel çokluğun kavranabilmesidir. Yani, katı bir cismin parcalanmış, daha küçük parçalardan oluşan bir halinin değil, sıvı ya da buhar halinin kavranabilmesi. İşte o zaman sanat, hayatımıza, sadece onu renklendirmeye yarayan anlamıyla değil ; anlamları bozan ve çürüten gücüyle de nüfuz edebilir.
[1] catch: capture (a person or animal that tries or would try to escape) catch on: understand what is meant or how to do something kaynak: http://oxforddictionaries.com/definition/catch
[2] Christian de Portzamparc ve Philippe Sollers, Bir Mimar ile Bir Yazar Tartışıyor: Görmek ve Yazmak (YKY, 2010) s. 35.
Alıntı: Walter Benjamin, Sanat ve Edebiyatta Eleştiri, Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı (İletişim Yayınları, 2010) s. 31.
[9] Walter Benjamin, Sanat ve Edebiyatta Eleştiri, Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı (İletişim/sanathayat dizisi, 2010) s. 34-35.
[13] Hami Çağdaş ve Emre Zeytinoğlu, “Kıvrımlar üzerine Ali Akay ile bir söyleşi”, Gösteri Dergisi (Ocak 1997).
4 Eki 2011
söylenmemiş olanın mevcudiyeti katlanılmaz da kılabilir su anı,
tutkulu da yapabilir birden. Hangisini tercih edelim?
26 Eyl 2011
One pill makes you larger
And one pill makes you small
And the ones that mother gives you
Don't do anything at all
Go ask Alice when she's ten feet tall
And if you go chasing rabbits
And you know you're going to fall
Tell him a hookah-smokin' caterpillar
Has given you the call
And call Alice when she was just small
When the men on the chessboard
Get up and tell you where to go
And you have just have some kind of mushroom
And your mind is movin' low
Go ask Alice, I think she'll know
When logic and proportion
Have fallen sloppy dead
And the white knight is talking backwards
And the red queen's off with her head
Remember
What the doorman said
Feed your head
Feed your head
And one pill makes you small
And the ones that mother gives you
Don't do anything at all
Go ask Alice when she's ten feet tall
And if you go chasing rabbits
And you know you're going to fall
Tell him a hookah-smokin' caterpillar
Has given you the call
And call Alice when she was just small
When the men on the chessboard
Get up and tell you where to go
And you have just have some kind of mushroom
And your mind is movin' low
Go ask Alice, I think she'll know
When logic and proportion
Have fallen sloppy dead
And the white knight is talking backwards
And the red queen's off with her head
Remember
What the doorman said
Feed your head
Feed your head
19 Eyl 2011
18 Eyl 2011
cabinet of curiosities
http://en.wikipedia.org/wiki/Cabinet_of_curiosities
Modern müzelerin ilk hali 16.yy.
İnsanın çevresindekileri anlama ve anlamlandırmak için birtür organizasyona gidişinin mekansal belirişi diyebiliriz
sanırım. Gerçekten anlamak için avlıyor ve nesneleştiriyor, kendisinide bu nesnelerin karşısındaki özne olarak
tanımlamalarda bulunuyor. Etrafındaki yaşam ile ilişkisini deneyimsel olmaktan kurtarıyor. Öngörülemez olan karşılaşmalar tek bir mekanda ve kurgulanmış tek bir zamanda öngörülü hale geliyor.
Modern müzelerin ilk hali 16.yy.
İnsanın çevresindekileri anlama ve anlamlandırmak için birtür organizasyona gidişinin mekansal belirişi diyebiliriz
sanırım. Gerçekten anlamak için avlıyor ve nesneleştiriyor, kendisinide bu nesnelerin karşısındaki özne olarak
tanımlamalarda bulunuyor. Etrafındaki yaşam ile ilişkisini deneyimsel olmaktan kurtarıyor. Öngörülemez olan karşılaşmalar tek bir mekanda ve kurgulanmış tek bir zamanda öngörülü hale geliyor.
Gitme, dur, konuşalım.
Yataklara tek kelime kalmasın.
Özdemir Asaf / Bir KApı Önünde
15 Eyl 2011
Birçok şeye işitmekle inanıyoruz.Uzak ülkelere, oradaki insanlara, cennetlere, cehennnemlere, tanrılara ve tanrıçalara inanıyoruz, çünkü bize anlatılmışlar. Aynı şekilde, bize kendimizden de söz edilmiş, ana ve babamız, isim mevki, görevler vb. Doğru olup olmadıklarını araştırmayı hiç düşünmemişiz. Gerçeğin yolu sahte olanın yıkımından geçer. Sahteyi yıkmak için ise en kökleşmiş inançlarımızı bile sorgulamamız gerekir. Bunlar arasında en kötüsü de beden olduğumuz fikridir. Beden ile birlikte dünya gelir, dünya ile birlikte dünyayı yaratmış olduğu varsayılan Tanrı ve böylece o da korkuları, dinleri, duaları, kurbanları, çeşit çeşit sistemleri başlatır. Hepsi de kendi icadı olan canavarlardan delicesine korkan çocuk insan'ı korumak ve desteklemek için. Farkına varın ki siz doğamaz ve ölemez olansınız ve korku gidince tüm ıstırap biter.
Zihnin icat ettiğini, zihin yıkar. Fakat gerçek icat edilmemiştir, öyleyse yıkılamaz da. Üstünde zihnin egemen olamayacağı o esasa sarılın.
Eylemle ifade edilen inanç idrake götüren en etkili vasıtalardan biridir. (ben o'yum syf:350)
13 Eyl 2011
Bırak değişime ayak uydurmayı, değişen şey ne onu anlamak asıl mesele.
9 Eyl 2011
"Bilinç dışı dil gibi yapılanmıştır! " Jacques Lacan
nasıl?
Dilin simgesel bir sistemi olduğu gibi(yapısalcı soylem), bilinç dışınında simgesel bir sistemi vardır. Yani dil gibi bilinçdışıda bir göstergeler sistemidir. Dışsal gönderimleri yoktur.
Özne Dil aracılığı ile kendini göstergeler sistemine dahil eder.Kendini simgesel düzende bir gösteren olarak işaretlenmiş bulur ve öznelliğini bu şekilde kazanır. Dil öznenin gerçeklikle ilişkisini düzenler.Dil kültüre giriş ve bilinçdışının, öznelliğin kuruluşunu ifade eder. Dil'e giriş kültüre giriştir ve aynı zamanda, bu süreç, Lacan'ın analizinde, bilinçdışının oluşumunun ve işlevinin açıklanmasını verir
Lacan'ın Freud'un çalışmasından ısrarla aldığı ve kendi kuramında merkezi bir yere koyduğu formülasyonlardan birisi Oidipus Karmaşasıdır.
Oidipus aracılığıyla simgesel sisteme geçiş öznenin kuruluş sürecidir. İnsan yavrusu, böylece kendi bütünsel gerçekliğinden koparılarak simgesel gerçekliğin alanı içinde insan olma yoluna girer. Çocuk babasının adını edinerek simgesel sisteme adım atar.
nasıl?
Dilin simgesel bir sistemi olduğu gibi(yapısalcı soylem), bilinç dışınında simgesel bir sistemi vardır. Yani dil gibi bilinçdışıda bir göstergeler sistemidir. Dışsal gönderimleri yoktur.
Özne Dil aracılığı ile kendini göstergeler sistemine dahil eder.Kendini simgesel düzende bir gösteren olarak işaretlenmiş bulur ve öznelliğini bu şekilde kazanır. Dil öznenin gerçeklikle ilişkisini düzenler.Dil kültüre giriş ve bilinçdışının, öznelliğin kuruluşunu ifade eder. Dil'e giriş kültüre giriştir ve aynı zamanda, bu süreç, Lacan'ın analizinde, bilinçdışının oluşumunun ve işlevinin açıklanmasını verir
Lacan'ın Freud'un çalışmasından ısrarla aldığı ve kendi kuramında merkezi bir yere koyduğu formülasyonlardan birisi Oidipus Karmaşasıdır.
Oidipus aracılığıyla simgesel sisteme geçiş öznenin kuruluş sürecidir. İnsan yavrusu, böylece kendi bütünsel gerçekliğinden koparılarak simgesel gerçekliğin alanı içinde insan olma yoluna girer. Çocuk babasının adını edinerek simgesel sisteme adım atar.
Psychoanalytic theory came to full prominence as a critical force in the last third of the twentieth century as part of 'the flow of critical discourse after the 1960s'(Teresa de Lauretis, Freud's Drive (Basingstoke 2008) p. 3) and in association above all with the name of Jacques Lacan
Jacques-Marie Emile Lacan
Lacan daha cok bilinç ve bilinç dışı ile ilgilenen Freud un takipçisidir.Benlik psikolojisinden uzaktır. id-sper ego- ego kuramından uzaktır.
Lacan yapısalcılık üzerinden, özellikle ve belirgin olarak Yapısalcı Dilbilim üzerinden psikanalizi değerlendirmeye yönelir ve bu yönelimin ilk ortaya çıktığı yer psikanalizin bir bilim olarak nasıl anlaşılması gerektigi noktasıdır. Sonrasında nesnesini (bilinçdışını) ele alırken de aynı şekilde bu dilbilim modeli izlenmiştir.Bunun sonucunda, Lacan'ın Freud'u yeniden okuması geleneksel psikiyatriye göre çoğu zaman bir anti-psikiyatri olarak görünür.
Jacques-Marie Emile Lacan
Lacan daha cok bilinç ve bilinç dışı ile ilgilenen Freud un takipçisidir.Benlik psikolojisinden uzaktır. id-sper ego- ego kuramından uzaktır.
Lacan yapısalcılık üzerinden, özellikle ve belirgin olarak Yapısalcı Dilbilim üzerinden psikanalizi değerlendirmeye yönelir ve bu yönelimin ilk ortaya çıktığı yer psikanalizin bir bilim olarak nasıl anlaşılması gerektigi noktasıdır. Sonrasında nesnesini (bilinçdışını) ele alırken de aynı şekilde bu dilbilim modeli izlenmiştir.Bunun sonucunda, Lacan'ın Freud'u yeniden okuması geleneksel psikiyatriye göre çoğu zaman bir anti-psikiyatri olarak görünür.
Etiketler:
Lacan,
Linguistics(dilbilim),
Psikanaliz,
Yapısal(structuralism)
6 Eyl 2011
birşey yazacaktım unuttum gitti...
26 Ağu 2011
Pangaltı da sokaklar iner ve cıkar, yağmurda kayış gibi parlar.
Asılı sokak lambaları rüzgarda kimi yanar, kimi söner.
Sokağa ancak pislikleri ile dokunan ev köpekleri ve kendini sokağın halısı
sanan sokak köpeklerinin karışan kokuları
ama asıl meyhanelerden sızan kahkahalı rakı anasonu.
Hep severim, kocaman bir gökyüzü görünür bu sıkışıklıkta.
Hep ferahlatır bulutlar ve balkon demirindeki kumrular.
Yaşlıdır, sıvalar dökülür ama hep bir travesti neşesidir.
Acılıdır zanneder bilmeyen gülüşleri, halbuki ne kadar da gerçektir
cesareti olan bilir.
Arabesk yaşanır belki ama rakı beyaz örtülerde
içilir, çok yaşlı teyzeler kürk giyer özel günlerde, tohumlu hardal
dökülür karamelize olmuş soğana. Kadınlık topuklarda taşınır,
erkeklik sarhoş türkülerle söylenir, travestide okşanır!
19 Ağu 2011
yuvacanatmaca
İlerde araba tamir edebilen insan, bilgisayar kullanandan daha degerlii olacak.
Bilgi aktarımı yasamayan ve her seyi youtube videosundan soranlar
o donemin isci sınıfı olacak.
9 Ağu 2011
iz
Filleri severmiş,
Doğal yapılara ilgisi varmış
yaşayacak bir yer bulmak için, seyre dalar düşünürmüş...
O bir mimarmış
Bir gece,
düşünüp durduğu bir gece;
Su, toprağa dokunmuş,
dokundukça ses çıkmış ya,
suyun toprağa kavuştuğu yere uzanıp
gizlenmiş bir örtünün ardına...
Gizlenmiş gizlenmesine de,
kendinden mi, dünyadan mı bilememiş...
Bırakmış kendini,
suyla toprak bir olunca
Şaşırmış...
Dünya pek anlaşılmazmış, anlamak istiyormuş
kendini anlamak istiyormuş
Bu yüzdenmiş suyun toprağa kavuştuğu yerde durması...
Aslında "her şey'le b i r olmak"mış dileği
Bazen de,
dünyayı anlıyor ama kendini anlamıyormuş.
Bir deniz kızı da olabilirmiş...
ama bir gözü denizde, karaya geri dönmüş.
gözlerini kapatıp
Uyumuş.
Kendini h i ç sanıyormuş
ama öteye giderken, diğerinde i z bırakmış.
Diğeri ise almış eline i z 'i
evirip çevirmiş,
kurcalamış da kurcalamış...
Mekân zamana, zaman mekâna karışmış.
Elinde i z,
bir gidene, bir kendine,
sonra da yüreğine bakmış...
Ve toparlayıp olanca gücünü,
durmuş ayak parmaklarının ucunda
öteye yönelmiş belli belirsiz;
"S i n e k l i b a h ç e m i n b u l u t u n u ç a l m a . . ."
diye bağırmış da rahatlamış...
25 Tem 2011
Bir şişkinlik, içimden dışıma, içime dolan ama dışıma taşmayan.
Hem çok ölçülü, hiç çaktırmaz, hem çok küstah acıtıyor.
Çok kocamanmış gibi içim abartıyor, ama küçük bir kadınım ben
bana sığmıyor.Orda öylece duruyor, yeşil çay içiyor, tükürüyor.
Ama susuyor bir de dumanlı. Öyle mutlu diil bu hal içimden dışıma
taşmıyor, içe doğru bir oyulmuş ama acı da değil.
Hüzünmüş mü, kırıkmıymış, divane mi, ne?
Hem çok ölçülü, hiç çaktırmaz, hem çok küstah acıtıyor.
Çok kocamanmış gibi içim abartıyor, ama küçük bir kadınım ben
bana sığmıyor.Orda öylece duruyor, yeşil çay içiyor, tükürüyor.
Ama susuyor bir de dumanlı. Öyle mutlu diil bu hal içimden dışıma
taşmıyor, içe doğru bir oyulmuş ama acı da değil.
Hüzünmüş mü, kırıkmıymış, divane mi, ne?
23 Tem 2011
goodbye!
Over futile odds
And laughed at by the gods
And now the final frame
Love is a losing game
And laughed at by the gods
And now the final frame
Love is a losing game
29 Haz 2011
“Dil sayesinde, çevremizi kuşatan sayısız duyumun, önyargının, korkuların, oluşturduğu kılıftan kendimizi kurtarırız. Adlandırarak, sınıflandırarak, seçim yaparak. Dil, bir şeyi, bir duygulanımı düşünmek ya da tasarlamak için onu deneyimleme, yeniden deneyimleme ya da taklit etme zorunluluğundan bizi kurtararak, bizi duyusal dünyanın dışına çıkarır. Deneyime kısa devre yaptırmak söz konusudur, kavramlar da böyle ortaya çıkmaktadır. Aklın soyutlamayı gerektirdiğine ilişkin önyargı da buradan kaynaklanmaktadır.” (1) (Portzamparc, C., Sollers, P., Görmek ve Yazmak,s:35)
24 Haz 2011
tasarım, yaşamın bizde uç vermesi ise, doğa bir hammadde değil!
Hiçbirşey yoktan varolmuyor!
Hiçbirşey yoktan varolmuyor!
31 May 2011
Evet eve bahar gelmisti, ama kendini olan bitenin aklından daha ustun sanan "ben" onu kovdu.
Oysa sadece oylece olan biteni izlemek yetecekti. kimbilir!
Oysa sadece oylece olan biteni izlemek yetecekti. kimbilir!
25 May 2011
17 May 2011
duyumsa...
DUYUM (SENSATION)
Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara:
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların,
Yıkasın bırakacağım başımı rüzgâra!
Ne bir şey düşünecek, ne bir lâf edeceğim.
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
Göçebeler gibi, uzaklara gideceğim,
Mutlu, sanki yanımda bir kadın varmış gibi.
ARTHUR RIMBAUD
Çeviri : Orhan Veli Kanık
Etiketler:
Art(Sanat),
Rimbaud,
Romantizm,
sezgi(intuition),
şiirimsi
16 May 2011
hiçbirşey e dokunmasın kimse artık!
15 May 2011
espas
espas:
Kompozisyon elemanları içinde bırakılması gereken anlamlı boşluklar
Aralık, boşluk
Bir kelimenin harflerini ayırmak için kullanılan harflerden daha kısa ve küçük metal çubu
Kompozisyon elemanları içinde bırakılması gereken anlamlı boşluklar
Aralık, boşluk
Bir kelimenin harflerini ayırmak için kullanılan harflerden daha kısa ve küçük metal çubu
14 May 2011
Ölüm, yaşamdan daha açık bir sistem olabilir.
Ölümde çürümek vardır şüphe gerektirmeyecek
kadar apaçık. Yaşamın ucu açıklığını, değişimi
biz görmek istersek görürüz. Ölüm de kontrol hissimiz
alınıverir bizden, bir teslimiyet olur. Kontrol etme arzusu
bunu bir yokoluş gibi görmeye odaklansa da
yokolmaz hiçbirşey. Açılır, daha çok açılır, hep açılır...
"çürüme, ondan çıktığımız ve ona döndüğümüz bir dünyayı
özetlemektedir." Bataılle, G., Erotizm, s:61
Ölümde çürümek vardır şüphe gerektirmeyecek
kadar apaçık. Yaşamın ucu açıklığını, değişimi
biz görmek istersek görürüz. Ölüm de kontrol hissimiz
alınıverir bizden, bir teslimiyet olur. Kontrol etme arzusu
bunu bir yokoluş gibi görmeye odaklansa da
yokolmaz hiçbirşey. Açılır, daha çok açılır, hep açılır...
"çürüme, ondan çıktığımız ve ona döndüğümüz bir dünyayı
özetlemektedir." Bataılle, G., Erotizm, s:61
Etiketler:
Bataille G.,
Biçimlenme,
çürüme,
ZZ_yuvacan
8 May 2011
24 Nis 2011
Dolayımsız bilgiye baska bir bakıs
Novalis 1795-1796'da Fichte'nin felsefesi üzerine kaleme aldığı ve Fitchte-Studien adıyla bilinen defterlerinde geliştirmiştir.
Bu sav a göre öznellik kuramındaki temelcilik bir hayaldir. Novalis, özne ile nesne arasındaki ayrımın kaynağındaki nihai temelle bilişsel temasın mümkün olmadığı sonucuna varır. Bu nokta da Fichte'nin tutarsızlığını ortaya atar. Fitchte, söz konusu zeminin "zihinsel sezgi" (intellektuelle Anschaung) dediği eylem aracılığıyla kavranabilir olduğunu ve bu eylemle oluşturulduğunu varsayar. Fakat Ben'in kendisine dair dolayımsız, düşünseme öncesi bilinci olması gereken bu zihinsel sezgi kavramına, Ben'in bilen öz-ilişkisi fikrini de dahil eder. Fichte'nin arzu ettiği düşünseme öncesi, bilinçli dolayımsızlık imkansızdır.
Öznelliğin nihai zeminine bilişsel olarak erişmenin imkansızlığı, Novalis'i bu zeminin varlığından kuşku duymaya sevk ETMEZ!, tıpkı Kant'ı da böyle bir kuşkuya düşürmediği gibi.. Novalis bu imkansızlık karşısında, Hegel gibi bu Mutlak'a nüfuz edebilecek, düşünsemeli olmayıp kavramsal olan özel bir düşünce formu tasarlamanın cazibesine de kapılmaz. O ifade edilemez (das Unsagbare), söylenemez olan fikrinin, deneyim imkanının anlatılmasında hayati bir rolü olduğunda ısrar ederek, Mutlak'ın yüceliğine izin verir. aLINTI: Fitchte-Studien 1: 16/NS 2:114( Bu kitap ingilizceye çevrilmemiş ama Cambridge Texts in The History of Philosophy dizisinde yer alacakmıs. Jane Kneller çevirisiyle.
Koşulsuz olana ulaşmak için elimizde olmadan çırpınıp dururuz, ama bütün umabileceğimiz, onun koşullandığını keşfetmektir.
Alıntı: Blüthenstaub 1, NS 2:413/PW S:23?
(Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri, sanat-hayat 18, W. Benjamin, sunus Fred Rush, s: 33-34)
Bu sav a göre öznellik kuramındaki temelcilik bir hayaldir. Novalis, özne ile nesne arasındaki ayrımın kaynağındaki nihai temelle bilişsel temasın mümkün olmadığı sonucuna varır. Bu nokta da Fichte'nin tutarsızlığını ortaya atar. Fitchte, söz konusu zeminin "zihinsel sezgi" (intellektuelle Anschaung) dediği eylem aracılığıyla kavranabilir olduğunu ve bu eylemle oluşturulduğunu varsayar. Fakat Ben'in kendisine dair dolayımsız, düşünseme öncesi bilinci olması gereken bu zihinsel sezgi kavramına, Ben'in bilen öz-ilişkisi fikrini de dahil eder. Fichte'nin arzu ettiği düşünseme öncesi, bilinçli dolayımsızlık imkansızdır.
Öznelliğin nihai zeminine bilişsel olarak erişmenin imkansızlığı, Novalis'i bu zeminin varlığından kuşku duymaya sevk ETMEZ!, tıpkı Kant'ı da böyle bir kuşkuya düşürmediği gibi.. Novalis bu imkansızlık karşısında, Hegel gibi bu Mutlak'a nüfuz edebilecek, düşünsemeli olmayıp kavramsal olan özel bir düşünce formu tasarlamanın cazibesine de kapılmaz. O ifade edilemez (das Unsagbare), söylenemez olan fikrinin, deneyim imkanının anlatılmasında hayati bir rolü olduğunda ısrar ederek, Mutlak'ın yüceliğine izin verir. aLINTI: Fitchte-Studien 1: 16/NS 2:114( Bu kitap ingilizceye çevrilmemiş ama Cambridge Texts in The History of Philosophy dizisinde yer alacakmıs. Jane Kneller çevirisiyle.
Koşulsuz olana ulaşmak için elimizde olmadan çırpınıp dururuz, ama bütün umabileceğimiz, onun koşullandığını keşfetmektir.
Alıntı: Blüthenstaub 1, NS 2:413/PW S:23?
(Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri, sanat-hayat 18, W. Benjamin, sunus Fred Rush, s: 33-34)
Etiketler:
Deneyim (Experience),
Kant,
Novalis,
Öznellik(privity),
Romantzim,
sezgi(intuition)
Kant'ın sanat eserlerinin yapısına ve içeriğine dair görüşleri, romantizmde, dolayısıyla Benjamin'de çok önemli yer tutar. Bu görüşler Kant'ın sanat üretimiyle ilgili genel görüşlerinin, yani deha kuramının oluşturduğu daha geniş bağlamın parçasıdır.
Kant' a göre DEHA, "estetik fikirler" dediği şeyleri yaratan yetidir. Ussal fikirler gibi, estetik fikirler de duyusal deneyimin ötesindeki bir bütünlüğü temsil etmeye çalışır. Fakat ussal fikirlerden farklı olarak estetik fikirler duyusal form altında tikelleşir ve somutlaşır.
Bir estetik fikir, belirli kavramlar altında tamamen kapsanması mümkün olmayan çok katmanlı bir SEZGİ dir.
Estetik fikirler kavramları resmederler, ama katmanlı bir sezginin tikel kavramlar altında nasıl yorumlanacağını yönetmezler. Estetik fikirler bir eserin yapısında Kant'ın "estetik sıfatlar" dediği şey sayesinde mevcuttur.
(Critique of the power of judgment, çev. ve ed. P. Guyer ve E. Matthews Cambridge ve Newyork, Cmbridge University Press, 2000)
Sanat ve Edebiyatta eleştiri, W. Bejamin, sunuş: Jena Romantizmi ve Benjamin'in Eleştirel Epistemolojisi, Fred Rushs s: 31
Kant' a göre DEHA, "estetik fikirler" dediği şeyleri yaratan yetidir. Ussal fikirler gibi, estetik fikirler de duyusal deneyimin ötesindeki bir bütünlüğü temsil etmeye çalışır. Fakat ussal fikirlerden farklı olarak estetik fikirler duyusal form altında tikelleşir ve somutlaşır.
Bir estetik fikir, belirli kavramlar altında tamamen kapsanması mümkün olmayan çok katmanlı bir SEZGİ dir.
Estetik fikirler kavramları resmederler, ama katmanlı bir sezginin tikel kavramlar altında nasıl yorumlanacağını yönetmezler. Estetik fikirler bir eserin yapısında Kant'ın "estetik sıfatlar" dediği şey sayesinde mevcuttur.
(Critique of the power of judgment, çev. ve ed. P. Guyer ve E. Matthews Cambridge ve Newyork, Cmbridge University Press, 2000)
Sanat ve Edebiyatta eleştiri, W. Bejamin, sunuş: Jena Romantizmi ve Benjamin'in Eleştirel Epistemolojisi, Fred Rushs s: 31
Etiketler:
Art(Sanat),
Benjamin W.,
Kant,
Romantzim,
sezgi(intuition)
Tear : yırtılma fiil hali, isim hali gözyaşı.
yani ağlamak yırtılmak aslında!
yani ağlamak yırtılmak aslında!
"Erken romantizmde esas mesele din ve tarihtir. Romantizmin geç safhalarının tamamıyla kıyaslandığında, erken romantizmin sonsuz derinliği ve güzelliği, tarihsel ve dinsel olgulara bu iki alanın içsel bağından ötürü başvurmak yerine, bu yüksek alanı, her ikisinin kesişmesi gereken kendi düşüncesinde ve hayatında üretmeye çalışmasından kaynaklanır. Bu çabadan, din değil, dinden yoksun olan ve dine öykünen herşeyin kül olup gittiği bir atmosfer doğmuştur. ...
Romantizm, Hiç kuşkusuz, bir kez daha geleneği kurtaran en son harekettir. Bu dönemdeki ve alandaki olgunlaşmamış girişimleri, tüm insanlığa yolundan sapmadan akması gereken geleneğin bütün gizli kaynaklarının anlamsızca ve savurganca teşhirini hedef alır. (Briefe 1: 138) (Sanat ve Edebiyatta eleştiri., Alman Romantizm'inde Sanat Eleştirisi Kavramı, Walter Benjamin,Sanat Hayat 18, s: 21)
Romantizm, Hiç kuşkusuz, bir kez daha geleneği kurtaran en son harekettir. Bu dönemdeki ve alandaki olgunlaşmamış girişimleri, tüm insanlığa yolundan sapmadan akması gereken geleneğin bütün gizli kaynaklarının anlamsızca ve savurganca teşhirini hedef alır. (Briefe 1: 138) (Sanat ve Edebiyatta eleştiri., Alman Romantizm'inde Sanat Eleştirisi Kavramı, Walter Benjamin,Sanat Hayat 18, s: 21)
ezoterik: dışrak olmayan, içrek!
"...Benjamin'in yazıyı ve sanatı kavrayışının kilit unsuru olan, romantizimden çok Hölderlin'den devşirilmiş nesnellik(ayıklık) kavramını tanımlama çabasına ayrılmış olması tesadüf değildir. Benjamin'in, bu tezi sanat yoksunluğundan, akademinin yüzeyselliğinden korumak için başvurabileceği yagane araç, tezi, kendisininde dediği gibi, yorumlamanın bir sanat eserinin haysiyetine eriştiği doktrin mertebesine yükseltmekti. Kendi içinde "ezoterik" olan bir yazı üretemeyen bu proje, en azından Benjamin'in nesnellik, ayıklık olarak tarif ettiği ezoterik olanın gerekliliğine işaret edebilecekti"(Sanat ve Edebiyatta eleştiri., Alman Romantizm'inde Sanat Eleştirisi Kavramı, Walter Benjamin,Sanat Hayat 18, s: 16, önsöz)
"Ezoterik olan, yani 'hakikatin tarihle ilişkisi' Benjamin'in asla ufkundan çıkmamıştır.
W. Benjamin: Romantik eleştiri kavramından, modern eleştiri kavramı doğmuştur; ancak, romantikler için "eleştiri" hayli ezoterik bir kavramdır. (Briefe1:203) s: 23"
"...Benjamin'in yazıyı ve sanatı kavrayışının kilit unsuru olan, romantizimden çok Hölderlin'den devşirilmiş nesnellik(ayıklık) kavramını tanımlama çabasına ayrılmış olması tesadüf değildir. Benjamin'in, bu tezi sanat yoksunluğundan, akademinin yüzeyselliğinden korumak için başvurabileceği yagane araç, tezi, kendisininde dediği gibi, yorumlamanın bir sanat eserinin haysiyetine eriştiği doktrin mertebesine yükseltmekti. Kendi içinde "ezoterik" olan bir yazı üretemeyen bu proje, en azından Benjamin'in nesnellik, ayıklık olarak tarif ettiği ezoterik olanın gerekliliğine işaret edebilecekti"(Sanat ve Edebiyatta eleştiri., Alman Romantizm'inde Sanat Eleştirisi Kavramı, Walter Benjamin,Sanat Hayat 18, s: 16, önsöz)
"Ezoterik olan, yani 'hakikatin tarihle ilişkisi' Benjamin'in asla ufkundan çıkmamıştır.
W. Benjamin: Romantik eleştiri kavramından, modern eleştiri kavramı doğmuştur; ancak, romantikler için "eleştiri" hayli ezoterik bir kavramdır. (Briefe1:203) s: 23"
Etiketler:
Benjamin W.,
Hölderlin,
Nesnellik( Objectivity)
23 Nis 2011
Bunların hicbirini almıyor icim belki, neden ısrarla dolduruyorum peki?
Basit olmak neden bu kadar zor...
Basit olmak neden bu kadar zor...
13 Nis 2011
Lacan structure of the subject in the visiual field(1964)
Brunelleschi demonstration of perspective (c.1420)
Brunelleschi demonstration of perspective (c.1420)
yaşamak için kelimelere ihtiyaç yoktur, ama tanımlamak, ifade, konuşmak için kelimeler vardır.
İfade yaşamanın neresindedir peki?
İfade yaşamanın neresindedir peki?
Kültür ve özne olma ilişkisinin tanımı?
Nature---Culture oldu, yaşam doğa ve insan da özne mi oldu?
Nature---Culture oldu, yaşam doğa ve insan da özne mi oldu?
Oidipus ve baba ile özne olma ilişkisi
Oidipus karmaşası, kültüre ve dolayısıyla insan olmaya giden zorunlu bir süreçtir; Oidipus’suz kültür ya da uygarlık olamaz Lacan’a göre. Ancak bu dogal bir karmaşa degil, simgesel bir karmaşadır.Simgesel yapının devreye girmesiyle insan yavrusunun simgesel sisteme geçişini ve bu geçişte oluşan evreleri açıklar.Örnegin, buradada gerçek bir babadan sözedilip edilmediği önemli değildir, önemli olan Oidipus yasasını geçerli kılmak üzere simgesel baba işlevidir, ki bunun tanımı Babanın Adı olarak belirtilir. Böylece simgesel düzene giren çoçuk, kendi kültürel konumunu bu simgesel adı tanımakla edinmeye başlar. Burada dikat edilmesi gereken nokta, Oidipal Yasa'nın özünde simgesel bir yasa olmasıdır.
Oidipus aracılığıyla simgesel sisteme geçiş öznenin kuruluş sürecidir. İnsan yavrusu, böylece kendi bütünsel gerçekliğinden koparılarak simgesel gerçekliğin alanı içinde insan olma yoluna girer. Bu sırada, Oidipus yasası gerçek gerçeklik ile kişinin kendi arasında ve daha da öte kişinin kendi gerçekliği ile gerceklik düsüncesi arasında bir yarılmaya / bölünmeye yolaçar. Çünkü kendini Kültürel Düzenin simgeleriyle düşünen özne, bu anda kendine yabancılaşmakta, kendine ve çevresine dair bakışı dolayımlanarak mesafelenmektedir. Simgenin anlamı burada açıktır; dolayımsız ikili ilişkinin (anne-çcocuk) arasına giren üçüncü bir ögedir burada simge.
İnsan yavrusu, bu simgeyi kullanmakla kendini ötekinden ayırma imkânı edinir, ancak bu imkânın kendisi kendini bir zorunluluk olarak kabul ettirir. Yani bir Yasa olarak. İste, bu noktada simgesel düzenin başlıca yasasını Babanın Adı olarak ortaya çıkar. Baba, burada simgesel olarak Fallus’a sahip olan yetkeyi temsil eder. Fallus, cinsel organ anlamında değil simgesel yasanın yetkesini temsil etme anamındadır.Fallus’a sahip olan Babanın Adı’dır ve çocuk bu adı tanıyarak kültürün ve dilin dünyasına girer ve özne olarak o dünyaya tabi olur. Açıktır ki Hadım Edilme Korkusu denilen süreçte aynı şekilde simgesel bir süreçtir.
Lacan’a göre, Oidipus karmaşasıyla simgesel düzene dahil olmak, daha önce, Dil dolayımıyla belirtilmiş olan iki temel noktanın geçekleştirilmesi anlamına gelir.
Bilinçdışının kuruluşu,
ve böylece birey-öznenin kuruluşu.
Oidipus karmaşası olarak belirtilen karmasa ya da Yasa, anne ile çocuğun doğal ilişkisinin yasaklanması, ve bu yasakla doğan bilincdışı arzunun Babanın Adı'yla yeni imgesel biçimlerle ikame edilmesiyle çözülür. İnsan yavrusu böylece toplumsal biçimleri edinir ve birey-özne olur.Özetle, kültürel düzene girişin anahtarı bu kökensel bastırmayla sözkonusu olmaktadır.
Oidipus aracılığıyla simgesel sisteme geçiş öznenin kuruluş sürecidir. İnsan yavrusu, böylece kendi bütünsel gerçekliğinden koparılarak simgesel gerçekliğin alanı içinde insan olma yoluna girer. Bu sırada, Oidipus yasası gerçek gerçeklik ile kişinin kendi arasında ve daha da öte kişinin kendi gerçekliği ile gerceklik düsüncesi arasında bir yarılmaya / bölünmeye yolaçar. Çünkü kendini Kültürel Düzenin simgeleriyle düşünen özne, bu anda kendine yabancılaşmakta, kendine ve çevresine dair bakışı dolayımlanarak mesafelenmektedir. Simgenin anlamı burada açıktır; dolayımsız ikili ilişkinin (anne-çcocuk) arasına giren üçüncü bir ögedir burada simge.
İnsan yavrusu, bu simgeyi kullanmakla kendini ötekinden ayırma imkânı edinir, ancak bu imkânın kendisi kendini bir zorunluluk olarak kabul ettirir. Yani bir Yasa olarak. İste, bu noktada simgesel düzenin başlıca yasasını Babanın Adı olarak ortaya çıkar. Baba, burada simgesel olarak Fallus’a sahip olan yetkeyi temsil eder. Fallus, cinsel organ anlamında değil simgesel yasanın yetkesini temsil etme anamındadır.Fallus’a sahip olan Babanın Adı’dır ve çocuk bu adı tanıyarak kültürün ve dilin dünyasına girer ve özne olarak o dünyaya tabi olur. Açıktır ki Hadım Edilme Korkusu denilen süreçte aynı şekilde simgesel bir süreçtir.
Lacan’a göre, Oidipus karmaşasıyla simgesel düzene dahil olmak, daha önce, Dil dolayımıyla belirtilmiş olan iki temel noktanın geçekleştirilmesi anlamına gelir.
Bilinçdışının kuruluşu,
ve böylece birey-öznenin kuruluşu.
Oidipus karmaşası olarak belirtilen karmasa ya da Yasa, anne ile çocuğun doğal ilişkisinin yasaklanması, ve bu yasakla doğan bilincdışı arzunun Babanın Adı'yla yeni imgesel biçimlerle ikame edilmesiyle çözülür. İnsan yavrusu böylece toplumsal biçimleri edinir ve birey-özne olur.Özetle, kültürel düzene girişin anahtarı bu kökensel bastırmayla sözkonusu olmaktadır.
Lacan Bilinçdışını yapısalcı dilbilimin yöntemi ile açıklar. Bilinçdışı tıpkı dil gibi kendine özgü bir yapı ve sistemdir.
Dil toplumsallığı, kültürü, ve dolaysıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dolayısıyla dil aracılığıyla, yani simgesel sistem aracılığıyla kültürel düzene dahil olan insan yavrusu, daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen (Simgesellik) tarafından biçimlendirilecek, onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirecek ve bu yolla insan olmaklığa adım atacaktır. Dilin simgesel sistemine geçiş, burada kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelmektedir. Biyolojik bir canlı olmaktan düıünebilen bir canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak kodlanmış olur
Dil toplumsallığı, kültürü, ve dolaysıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dolayısıyla dil aracılığıyla, yani simgesel sistem aracılığıyla kültürel düzene dahil olan insan yavrusu, daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen (Simgesellik) tarafından biçimlendirilecek, onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirecek ve bu yolla insan olmaklığa adım atacaktır. Dilin simgesel sistemine geçiş, burada kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelmektedir. Biyolojik bir canlı olmaktan düıünebilen bir canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak kodlanmış olur
Etiketler:
Bilinç(Consiousness),
Dil,
Lacan,
Psikanaliz
psikanaliz, bir bilim olarak bilinçdışının bilimi'dir (wikipedia)
Lacan hem freud un yolundan gidiyor, pozitivizme karşı bilinçdışını
anlamaya yöneliyor ama çoğunlukla klasik bilim yöntemleriyle diyebilir miyiz?
Lacan yapısalcılık üzerinden, özellikle ve belirgin olarak Yapısalcı Dilbilim üzerinden psikanalizi değerlendirmeye yönelir ve bu yönelimin ilk ortaya çıktığı yer psikanalizin bir bilim olarak nasıl anlaşılması gerektigi noktasıdır. Sonrasında nesnesini (bilinçdışını) ele alırken de aynı şekilde bu dilbilim modeli izlenmiştir.Bunun sonucunda, Lacan'ın Freud'u yeniden okuması geleneksel psikiyatriye göre çoğu zaman bir anti-psikiyatri olarak görünür.
Lacan hem freud un yolundan gidiyor, pozitivizme karşı bilinçdışını
anlamaya yöneliyor ama çoğunlukla klasik bilim yöntemleriyle diyebilir miyiz?
Lacan yapısalcılık üzerinden, özellikle ve belirgin olarak Yapısalcı Dilbilim üzerinden psikanalizi değerlendirmeye yönelir ve bu yönelimin ilk ortaya çıktığı yer psikanalizin bir bilim olarak nasıl anlaşılması gerektigi noktasıdır. Sonrasında nesnesini (bilinçdışını) ele alırken de aynı şekilde bu dilbilim modeli izlenmiştir.Bunun sonucunda, Lacan'ın Freud'u yeniden okuması geleneksel psikiyatriye göre çoğu zaman bir anti-psikiyatri olarak görünür.
Etiketler:
Bilinç(Consiousness),
Lacan,
Psikanaliz,
Yapısal(structuralism)
7 Nis 2011
nesne o kadar önemsiz olsaydı, ölüm bu denli
acı olmazdı. Ya ayrı kalmak bir şeylerden,
ve bir şeyleri kaybetmek?
acı olmazdı. Ya ayrı kalmak bir şeylerden,
ve bir şeyleri kaybetmek?
26 Mar 2011
Deleuze,G., Francis Bacon/ Duyumsamanın Mantığı,Norgunk, nisan 2009
Beden, Et, ve Zihin
"Beden figürün maddesidir. Figürün maddesini, başka bir açıdan bağını kurduğumuz uzamlaştırıcı maddi yapıyla karıştırmamak gerekir. Beden yapı değil, Figürdür. Tam ters bir biçimde, Figür bir beden olmakla birlikte, yüz değildir, hatta yüzü dahi yoktur. Bir başı vardır çünkü baş bedenin ayrılmaz bir parçasıdır."s: 28
"..beden ancak, kemikler tarafından içten gerilmekten kurtulduğunda, ten kemikleri kaplamayı bıraktığında, biri diğeri için ama her ikisi de ayrı ayrı varolduğunda, kemikler bedenin maddi yapısı, ten ise Figürün bedensel maddesi olarak varolduğunda ortaya çıkar."s:29
ten----chair
et gerilimin kendisinden doğar.
" Ten ile kemikler arasındaki piktüral gerilim başarılması gereken bir iştir. Oysaki resimdeki bu gerilimi gerçekleştiren etten başkası değildir, bunda renklerinin harikuladeliğinin de payı vardır. Et, bedenin öyle bir durumudur ki burada ten ve kemikler yapısal olarak biraraya gelmek yerine lokal olarak karşı karşıya gelirler. Aynı şekilde ağız ve dişler de, çünkü dişler minik kemiklerdir. Ette sanki ten kemikten aşağı dökülür, kemiklerse ten üzerinden yükselir.Bacon' ın Rembrant ve Soutine'den farkı işte buradadır. " s:30
Beden, Et, ve Zihin
"Beden figürün maddesidir. Figürün maddesini, başka bir açıdan bağını kurduğumuz uzamlaştırıcı maddi yapıyla karıştırmamak gerekir. Beden yapı değil, Figürdür. Tam ters bir biçimde, Figür bir beden olmakla birlikte, yüz değildir, hatta yüzü dahi yoktur. Bir başı vardır çünkü baş bedenin ayrılmaz bir parçasıdır."s: 28
"..beden ancak, kemikler tarafından içten gerilmekten kurtulduğunda, ten kemikleri kaplamayı bıraktığında, biri diğeri için ama her ikisi de ayrı ayrı varolduğunda, kemikler bedenin maddi yapısı, ten ise Figürün bedensel maddesi olarak varolduğunda ortaya çıkar."s:29
ten----chair
et gerilimin kendisinden doğar.
" Ten ile kemikler arasındaki piktüral gerilim başarılması gereken bir iştir. Oysaki resimdeki bu gerilimi gerçekleştiren etten başkası değildir, bunda renklerinin harikuladeliğinin de payı vardır. Et, bedenin öyle bir durumudur ki burada ten ve kemikler yapısal olarak biraraya gelmek yerine lokal olarak karşı karşıya gelirler. Aynı şekilde ağız ve dişler de, çünkü dişler minik kemiklerdir. Ette sanki ten kemikten aşağı dökülür, kemiklerse ten üzerinden yükselir.Bacon' ın Rembrant ve Soutine'den farkı işte buradadır. " s:30
Erotizm, haz, aşk kendi nesnelliğimiz ve insani dürtülerimiz sınırlarına doğru bir hareket. Günah bu anlamda rasyonel dünyayı çözüyor, ama geçici olarak. Hayat bu anlamda tüketmek zorunda olduğumuz bir enerji fazlalığı.
23 Mar 2011
Gereksiz bir ayrılıktan sonra buradayız. Burası yok aslında ama yine de ben buradayım.
Hoş geldim o zaman!
Hoş geldim o zaman!
22 Şub 2011
18 Şub 2011
Naiflik güzeldir!
keske bende yazsam...
biriyle uyudum dün gece
iki kişiyle öpüştüm biri öğlen üç suları diğeri daha akşama doğru
bir diğeri öyle güzel kokuyorki
hergün sarılıyorum ona hiç bıkmadan
öbürküsü çok nazik, her akşam yemeği onunla keyifli
diğeriyle sinemaya gidiyoruz,paramız oldukça da konsere:)
bi tanesi var ki dinliyor beni...
ben anlatıyorum hep...
benim dinlediğim hep anlatan biri daha var sonra,
birlikte şarkı söyleyip dans ediyoruz bir diğeriyle
geçen gün ağladım öbürünün omzunda,
mendil çıkardı cebinden silemedi yanaklarımı ama
seni de hiç düşünmüyorum, özlemiyorum da.(http://ketumisoffmus.blogspot.com/2007/10/blog-post.html)
biriyle uyudum dün gece
iki kişiyle öpüştüm biri öğlen üç suları diğeri daha akşama doğru
bir diğeri öyle güzel kokuyorki
hergün sarılıyorum ona hiç bıkmadan
öbürküsü çok nazik, her akşam yemeği onunla keyifli
diğeriyle sinemaya gidiyoruz,paramız oldukça da konsere:)
bi tanesi var ki dinliyor beni...
ben anlatıyorum hep...
benim dinlediğim hep anlatan biri daha var sonra,
birlikte şarkı söyleyip dans ediyoruz bir diğeriyle
geçen gün ağladım öbürünün omzunda,
mendil çıkardı cebinden silemedi yanaklarımı ama
seni de hiç düşünmüyorum, özlemiyorum da.(http://ketumisoffmus.blogspot.com/2007/10/blog-post.html)
5 Şub 2011
lyod
Bir otel odası, yalnız kalma, özgür olma, çekip gitme hallerinin forma bürünmüş hali. Benim olmayan eşyaların sanki onlara ilk ben dokunuyormuşum gibi tertemiz ve düzgün duruşlarını bozma, kirletme heyecanı ile, asla yerleşemeyecek olmanın çelişkisi. Orada olmadım, penceresinden dışarı baktım sadece. Sadece televizyon ordaydı, o konuştu bir tek.
31 Oca 2011
kupkuru bir modernlik
modern insan sancısı mıdır bu çekilenler. Bu sanal ortamda paylaşılan ama insana hiç dokumayan serzenişler. Bu inişler ve çıkamayışlar. Bu saçma sanallıklar hep mi modernlikten. Sadece toprak olsa, su olsa, hava olsa biz olsak yanamazmıydı dünya, yanmazmıydı içimiz hiç?
27 Oca 2011
....ve doğal olarak, çıplaklık ölümdür- ve güzel olduğu ölçüde daha fazla 'ölümdür'!
Kısa süren bu sınırsız yumuşaklık anından sonra kaygı yavaş yavaş geri geldi..(.imkansız, s: 58)
Kısa süren bu sınırsız yumuşaklık anından sonra kaygı yavaş yavaş geri geldi..(.imkansız, s: 58)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)