Bülent Tanju
Soyut, boş ve temsil edilebilir olarak hayal edilen zaman ve mekân, sayısız modern imalatla tanımlanmış, verili hale getirilmiş çokluk ile doldurulmaya, yeniden mutlak bir biçimde düzenlenmeye ve kontrol edilmeye çalışılır. En az zaman ve mekân kadar soyut bir insanlık kavramından, mekân ile zamanın zorunlu ve verili içeriği olduğu varsayımına yaslanan millet kavramına kadar tüm imalat, indirgenemez faklılıklardan oluşan çokluğu mitik, bütünsel bir cemaate, tüm zamanlar için verili bir halka dönüştürmeye çalışır. Hiçbir anlatı hayal ettiği kesinliğe ulaşamaz, buna karşın herbiri çokluğu farklı perspektiflerden disiplin altına almanın aracına dönüşür. Herbir anlatı, kendi imalat alanında modern-öncesi bütünsellik anlatısının yerine geçen kısmi, ersatz anlatılar olarak araçsallaşır. (19)
(9) Virtüel ve aktüel sözcüklerini özellikle kullanıyorum. Virtüel sözcüğü kuvve’den fiile geçmemiş olana; zımnî, açıkta olmayan kuvvete; muktedir olmaya işaret ediyor. Benzer şekilde, aktüel de kuvve’den fiile çıkmış olana. Burada önemli olan, olanaklılık/gerçeklik ilişkisinden tamamen farklılaşan bir kavramsallaştırmanın söz konusu olmasıdır. Olanaklı olanın kendi başına herhangi bir gerçekliği olmadığı varsayımına karşın (olanaklı olan gerçekleşir), virtüel olan henüz aktüalize olmamış olmasına karşın tamamen gerçek olarak kavranır (virtüel olan açığa çıkar ya da muktedir olunan fiiliyata geçer). Olanaklı olan ve gerçekleşme kavramsallaştırması, kavramları arasında önceden varolma ya da önceden biçimlenmeye dayanan bir benzerlik ilişkisi kurar; gerçeklik ile olanaklı olan benzeşirler. Oysa aktüel(ler), virtüel olan(lar) ile benzeşmez, aralarında benzerlik olarak tanımlanabilecek bir ilişki yoktur; daha çok her karmaşık, tekil olayın (aktüalizasyonun) biricik ve yeni olmasını sağlayan bir farklılaşma, buluş ve yaratıcılık ilişkisi vardır. Zaman içinde ve zamanla ortaya çıkan yaratıcılık ile önceden olanaklı olanı basitçe gerçekleştirme eylemleri birbirlerine indirgenemezler. Giderek olanaklı olanı gerçekleştirme kavramsallaştırmasının niteliksel anlamda yeniliği yok ettiği ya da daha doğrusu disipline ettiği, zamanın bozucu olarak kavranan etkisini ortadan kaldırmaya çalıştığı söylenebilir. Bütün imalatın, düşünen imalat olmasını sağlayan, nasıl ve hangi araçlar ile kontrol edilirse edilsin, her zaman olanaklı olanın gercekleştirilmesinden daha fazlasına muktedir olmalarından kaynaklanır.
-Daha önce de belirtildiği gibi, açıkça indirgenemez bir heterojenlik ve melezlik içermesine karşılık, modern imalat iki eksen etrafında yığılır. Birbirlerinden ayrış(tırıl)mış boşluklar olarak kavranan mekân ve zaman bu eksenleri tanımlar.
Mekânsal ekseni, kabaca tarafsız boşluk olarak tanımlanan mekânın nesnel düzenlenmesi eğilimi tanımlar. Temel varsayım, bir yandan özne ve öznenin zamansallığı ile karmaşıklığının dışlanmasına, öte yandan nesnenin bir tür aşkınlaştırılmasına, nesne ile bilgisinin (hayat ile temsilin) bir tür şeffaflık ilkesi uyarınca birbirleri ile eş ve aynı olabileceklerine dayanır. Özne ve zamandan arındırılmış sabit, itiraz kaldırmaz (apodictic) biçimler/temsiller —biçimsel mantık, matematiksel ve geometrik düzenlilikler, rasyonel biçimlendirici sistemler- bu eksen etrafında yığılan imalatın üretici makineleridir. (20)
Klasik, yeni ve mantıksal her türlü pozitivizm, yapısalcılık, tüm türleri ile biçimcilikler, Rönesans’tan başlayarak Le Corbusier’nin Modulor’una kadar tüm oran sistemleri, Durand’dan başlayarak bütün eklektisist mimarlıkların tasarım yordamı olan rasyonalist kompozisyon sistemleri, zamandan arındırılmış sorgulanamaz kültürel standartlara yaslanan tüm klasisist anlatılar, Ledoux’nun Chaux kentsel tasarımından Hilberseimer’in modern kentine kentsel tasarım, zamanın ve öznelliğin bozucu etkisinin dışlandığı ütopyalar, modernist mimarlık, konstrüktivizm, kübizm kısmen ya da tümden bu eksenin etrafında/yakınında yer alırlar.
zamanın ve mekanın ara kesiti
5.İhmal edilmiş olduğu söylenen üçüncü eğilim ise, zaman-mekân ya da özne-nesne ikili karşıtlığı, gerilimi arasına sıkışmış bir aralık olarak betimlenen içkinlik düzleminin, üzerinde ilişkisel güçlerin, hareketlerin yer aldığı sınırsız/eksensiz/merkezsiz bir plato/düzlem olarak betimlenmesi; basitçe değinilen ikili karşıtlık şemasından (vadi betimlemesinden) vazgeçilmesidir. Platonun epistemolojik ilkesi, ne aşkın bir —bireysel ya da toplumsal— öznelliğin tarih ve gelenek yorumu, ne de yine aşkın bir nesnelliğin rasyonalist/mekanik yaratıcılığıdır; bu ilke bir tür radikal perspektivizm olarak tanımlanabilir.
. Bu perspektif çoğulluğu, ne özne ne de nesne üzerine inşa edilemez. Daha çok, bütün düşünen imalatın içsel olarak beklenmedik, öngörülmedik farklılıklar ürettiğini varsayan dinamik bir çokluk kavrayışından kaynaklanır.
Zamansal ve mekânsal eksenlerin kurmaya çalıştıkları dikey hiyerarşinin yerini, yatay bir güçler ağı, yatay bir akışkanlık alır. Bu ağ içinde, geçici durulmalar, tekil olaylar ortaya çıkar, özne ve nesne bu durulmaların sonucudur. Ancak, bu durulmalar özne ve nesneyi, ne tamamlanmış bir tanıma kavuşturur ne de onları kesin bir hareketsizliğe gömer; akışın öngörülemezliği, imalatın bitimsiz farklılık üretme niteliği nedeni ile sürekli başka oluşlara açıktırlar. Böyle bir üretimin keşfe, anlamaya yarar modeli, ne yorumsal, ne de tümdengelimlidir; olsa olsa soykütüksel/kartografiktir. (heuristic e karsılık olarak soylenebilir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder